‘Yaşamak’ hezimete uğradı

24 Temmuz 2015 Cuma

...“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, /yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak yanı ağır bastığından.”...
Diyor Nâzım Hikmet, o güzelim “yaşamaya dair” şiirinde.
Ama biz öyle bir dönemden geçiyoruz ki, yaşamlarımıza -hapisteki 12. yılına gelip bu şiiri yazan - Nâzım kadar bile umut dolu bakamaz olduk.
Düşünemez olduk, düşününce kafamıza yıllardır inen o çekiçler yüzünden
Düşündüklerimizi yazamaz olduk, hapislere atılma korkusundan.
Görsel bir şey de paylaşamayız, çünkü Twitter kapanır.
Sanat? günahtır.
Mutlu anlarımızı yaşayamayız, bu memlekette anlamsızdır “mutlu olmak”..
Aşk? Hükümetin belirlediği çerçevede.
Sevinemez olduk, her gün memlekette yaşanan bir yeni facia yüzünden... “O varken bu olmaz” diye sevinemedik, gülemedik, yaşayamadık..

***

Sorgulamayan, hesaplaşmayan kitle yığınları yüzünden, bir “çoğunluğun sesi”ne köle olduk, o ses yaşamaktan değil ölümden yanaydı, tuhaf bir şekilde, karardıkça karardık.
Ah o çoğunluğun sesi! Hep yendi seçimlerde.
Gülemez, gülümseyemez olduk. Nasıl güleceğiz?
Bir “Suruç” yaşanıyor, pırıl pırıl genç kardeşlerimiz katlediliyor, kendimizde hak bulamıyoruz bir şeye sevinmeye, anlamaya, gülmeye, sevmeye.
Kardeşlerim.
Yaşayamaz hale getirildik. Ölü bir halde ölümü bekler gibiyiz...
21. yüzyıl felsefesinde en çok işlenen konudur “Culture of death” yani “Ölüm kültürü”..
Özellikle Ortadoğu konu olunca.
Şu savaşlar, terör, cinayetler, katliamlar.. Artık yaşam biçimi “ölüm” çünkü. Ve arada derede o zavallı siyaset...
Bu gezegende sıkıntı büyük.
Şöyle bitiyor Nâzım’ın “yaşamaya dair” şiiri:
“...Bu dünya soğuyacak günün birinde, / hatta bir buzyığını/ yahut ölü bir bulut gibi de değil,/ boş bir ceviz gibi yuvarlanacak/ zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız./ Şimdiden çekilecek acısı bunun,/ duyulacak mahzunluğu şimdiden./ Böylesine sevilecek bu dünya / ‘Yaşadım’ diyebilmen için...”
Güzel diyor Nâzım, güzel diyor da, öyle bir noktadayız, yaşama ümidimiz azalıyor işte. Anlamsızlaşıyor. Ölümleri seyrettikçe uzaklaşıyoruz. Tayyip Erdoğan Türkiyesi’nin geldiği nokta budur. Başka türlü olması kaçınılmaz olan varış noktası budur, Ortadoğu batağında yaşamanın sadece tüccarların (din tüccarlarının bile demiyorum, gerek yok artık) elinde olduğu, yaşamımızın hiçbir değerinin kalmadığı, sosyal medyada açıkça “öl” diyenlerin çoğunluk olduğu işte Türkiye. Seviyor muyuz yaşamayı? Yaşamak istiyor muyuz? “Suruç”ta o gençler basın açıklamasını yaparken aklımdan ilk geçen, keşke orada piyanoyu koyup onlara Mozart da çalsaymışık idi o aydınlıkta. Tam böyle düşünürken patladı o bomba. Ateş büyüdü. Ardından çığlıklar, iniltiler, kolları bacakları kopmuş, kontrolsüz bir çığırış korosunun uğultusu, en dip acı, işte biri sanat tarihi öğrencisi kız, diğerleri psikoloji, hukuk, tıp öğrencileri onlarca genç. Tanıyor gibiyiz onları. Kardeş gibiyiz.. Ağır bir deneyim o videoyu seyretmek. Suruç milattır... Madımak gibi. Benzer bir zihniyetin işlediği katliamdır. Sonra, sosyal medyaya bakıyorum; “Ölenler Türk mü Kürt mü?” tartışması. O videoyu seyredip hâlâ bunu tartışanlar var ise bu iş bitmiştir arkadaş! Yuvarlansın o mavi gezegen boşlukta bir ceviz gibi. Sönsün güneş. Ne “zeytin dikmesi” kalıyor geriye ne de “ölüme inanmamak”... Yaşamanın değeri bu değil. Ama yenildik. “Yaşamayı” savunduk ve bu 21. yüzyıl Türkiyesi’nde hezimete uğradık sonunda... Başardın Tayyip! Yendin bizi! Artık yendin! Bu iş bitmiştir sen kazandın! Bu sefer tamam!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gideon Klein 28 Eylül 2016
Büyük çaresizlik 13 Ocak 2016

Günün Köşe Yazıları