Ahmet İnsel

1990’lardan daha kötüsüne sürüklenebiliriz!

30 Temmuz 2015 Perşembe

7 Haziran seçim sonuçlarının Tayyip Erdoğan’da büyük bir şok etkisi yarattığı, birkaç gün sessizliğe bürünmesinin bununla ilgili olduğu Cumhurbaşkanlığı çevresini yakından takip edenler tarafından dile getiriliyor. Muhtemelen Erdoğan bu şoku, Kürt sorunu konusunda şahin tavrını daha da yükselterek MHP’yi izole edip, etkisiz bırakabileceğini görünce atlattı. Gerisini hatırlatmaya gerek yok. Seçim sonuçlarını beğenmeyip tekrarlanmasını isteyen Tayyip Erdoğan, şoku atlattıktan beri çatışma ve şiddet politikasının gereklerini eksiksiz yerine getiriyor. Attığı adımlara hemen beklediği karşılığı aldığı için, şimdilik bu kirli oyunun hâkim oyuncusu gibi gözüküyor.
Suruç katliamından sonraki gelişmeler, öldürülen asker ve polisler, yapılan baskınlar, uygulanan yargısız infaz, yürütülen hava ve kara bombardımanları herkesin aklına 1990’lara mı geri dönülüyor sorusunu getiriyor. Bazı benzerlikler gösterse de bugün içine hızla yuvarlandığımız şiddet girdabının 1990’lardan farklı ve çok daha ağır olma ihtimali var. İki nedenle.
Birincisi, bundan 25 yıl öncekinden farklı olarak, ülke içinde ve sınırın hemen öte yakasında hem birbiriyle, hem de Türkiye ile savaşan iki silahlı güçle güvenlik güçlerinin iki farklı cephede birden yürütmek zorunda olacağı bir savaş bu. IŞİD’in Türkiye içinde ne yaygınlıkta bir ağ oluşturduğunu tam olarak bilmesek de, terör eylemine geçme kapasitesine sahip uyuyan hücre açısından yeterli bir güç birikimi oluşturduğunu birçok bağımsız gözlemci iddia ediyor.
Terör eylemlerine de gereğinde başvuran ve silahlı mücadele merkezli örgütlenmiş bir siyasal hareket olan PKK’nin ise, Türkiye’de barış süreci çevresinde azalttığı silahlı varlığını, çatışmalar yeniden ve kalıcı biçimde başlayınca Türkiye’ye aktarma veya yeniden oluşturma kapasitesi var. IŞİD’in ülke içinde kanlı eylemlere girişmesi ve nihayetinde bir subayı öldürmesi karşısında kerhen bu örgütle doğrudan mücadeleye giren AKP iktidarı, bunu dengelemek için PKK’yi aynı sepete koyup, bu yana çok daha fazla vuruyor. PKK’nin şahin kanadı ve her an şiddet eylemine girişmek için bekleyen odakları da kırmızı görmüş boğa gibi gözü kapalı karşılık veriyorlar. Halbuki iki taraf da biliyor ki, şiddet yoluyla ne PKK silah bırakmaya mecbur edilebilir üstelik Ortadoğu’daki kaos içinde bu eskisinden daha az mümkündür ne de salt terör ve şiddet eylemleriyle Türkiye devleti müzakere masasına oturtulabilir.

Sürüklendiğimiz şiddet
İkinci neden, 1990’lardan farklı olarak, Kürt sorununun çözümünde son yıllarda elde edilen ivmenin, atılan somut adımların, dile getirilen vaatlerin, yaratılan beklentilerin, çözümün yerini savaşa bırakması durumunda çok daha büyük ve taraflardan hiçbirinin denetleyemeyeceği tepkilere yol açacak olması. İçine sürüklendiğimiz ve şimdilik göreli denetim altında olduğu izlenimi veren şiddet ve savaş kısırdöngüsü bugün durdurulamazsa, birkaç ay sonra çok daha zor durdurulur olacak. Sadece Türkiye’de Kürt sorunu değil, aynı zamanda Suriye üzerinden sirayet edecek çok katmanlı şiddet eylemleri nedeniyle, geçmişteki çatışma ve çatışmasızlık döngülerinden farklı bir şiddet girdabına sürüklenebiliriz.
Bu nedenle, Barış Meclisi’nin dün yaptığı çağrıda belirtildiği gibi, Türkiye’de barış içinde beraberlik isteyen herkesin, iki tarafı da, yani PKK ve Türkiye devletini de ellerini tetikten hemen çekmeye çağırması gerekiyor. IŞİD’le PKK’yi aynı terör sepetine koyarak, güçlendirilmiş güvenlik devletinin karanlık sularında yeniden yüzmeye heveslenenlere, bunu bir seçim başarısına tahvil edeceğini hesap edenlere karşı, “Sizi savaştırmayacağız!” diyenlerin sesi toplumda güçlü bir yankı bulacak mı? Göreceğiz.
 
Sorumluluk devletin...
“Sizi savaştırmayacağız!” derken, unutulmaması gereken bir olgu var. Kürt sorununun çözümünde birincil sorumluluk devletin omuzlarındadır. Sorunun çözümünde ilerlemek için olmazsa olmaz öneme sahip güven ortamının oluşturulmasında olduğu gibi, çözümün çekici gücü olma konusunda da birincil sorumluluk devlette ve onun yürütme organındadır. Bu sorumluluğun, bir oligarşik güç konumu kazanan devletin başı tarafından özel siyasal hesaplar uğruna istismar edilmesinin bedeli çok ağır olabilir. Devletin ve Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun en büyük kâbusu olan bölünme olgusunu bu nedenle gerçekten gündeme getirecek, önceden öngörülmemiş ve sonradan denetlenmesi mümkün olmayan bir dizi gelişmeye zemin hazırlayabilir. 1990’lardan daha ağır ve karanlık yıllara sürüklenmeyi sağlayacak malzeme var bugün Türkiye’de. Umarız bu malzemeyi kullanmak isteyenlere karşı olanlar da 1990’lardan daha büyük, güçlü ve kararlıdırlar. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları