Vazgeçtiğim ‘Matrak’ Tanımı...

01 Ağustos 2015 Cumartesi

Kafamdan geçirdiğim “amma da matrak bir ülke olduk” cümlesi sese dönüşüyordu ki aklım başıma geldi, dilimi tuttum.
Bunca dert içinde kasıp kavrulan bir ülke, karşılığı “gülünç” olan bir argo terimle tanımlanabilir miydi?
Yargımdan caydım ama kuşkum sürdü.

***

Gelin aşağıdaki alıntıyı birlikte okuyalım.
“Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak; Türk Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek; Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek...”
Cümle sürüyor ama sanırım bu kadarı yeter.
Alıntıyı, ünlü Terörle Mücadele Yasası’nın “terörü tanımlayan” birinci maddesinden yaptım.
Vazgeçtiğim matraklık yargısının dayanağı da bu bölüm zaten. Tanımda anılanları iktidar partisi yapınca “Başarılı hükümet”, “İleri demokrasi geldi”, “Dünyayı ikiye katladık”, “Terörün dibine darı ektik” gibi cümlelerle; kimilerinin elleri şakşakçılıktan yanma noktasına geliyor, kimilerinin ağızları kulaklarına varıp yüzlerden başarı mutluluğu akıyor. Yapanlar da itibarlı, saygın başbakanlar, bakanlar oluyor.
Ama bir birliktelik yaparsa “terör örgütü”, kişi yaparsa “terörist” oluyor.
Tamam. Olsunlar da ötekiler neden olmuyor?
İşte içine yuvarlanmak durumunda bırakıldığımız “Guguk Dönemi” böyle bir (nitelemeyi siz ekleyin) durum.

***

Kimse AKP ile terör örgütlerini aynı kefeye koyduğumu sanmasın. AKP’nin TMY’de 2003’te yaptığı değişiklikle “her edimi terör sayan” torba maddesini anımsatıyorum. Başbakan, partisinin toplantısında “illegal” (yasadışı) terörden söz ettiğine göre “legal” (yasal) terör de oluyor demek ki... Unutmayalım. İki “veya” arasındaki her tanım ayrı bir suç oluşturuyor.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Mutabakat yok” dedikten sonra kimin haddine düşmüş “mutabakattı” demek.
Yandaş gazeteler bile, Dolmabahçe’deki Hükümet-HDP buluşmasını allayıp pullayıp verdiklerine bin pişman durumda. “Çevir kazı yanmasın, padişah uyanmasın” söylemine uygun bir dönüş çabasındalar.
Diyelim ki mutabakat yoktu. Yoksa niye ortak metni Sırrı Süreyya Önder okudu da Akdoğan ses çıkarmadı?
Öyleyse sonuçta HDP’nin propagandasına açık bir toplantıyı naklen yayın için televizyoncular neden Başbakanlık’a çağırıldılar.
Hadi hükümet heyetinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan görevi gereği zorunlu olarak bulundu. Peki AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal orada ne arıyordu?
Katılma amacı “biz parti olarak da mutabakattan” ya da “barıştan yanayız” algısını yaratmak değilse onca zahmete katlanıp niye yollara düştü.
Özel olarak çağırılan TRT’nin naklen yayınından da öğrenebilirdi...
Zorlama çark, pek kolay olmayacağa benziyor.

***

Kapı komşum Emre Hoca (Kongar) anımsattı. Erdoğan, üstelik topun gerçek sahibi de değil. Ortaklaşa alınmış topu sahipleniyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları