Bir Kitaba Veda Etmek...

11 Mayıs 2012 Cuma
\n

\n

\n

\n

\n

2011’de, çevirmenlik uğraşında kırk yılım dolmuştu. Böylece, Bachmanndan Paul Celana, Goethe, Schiller ve Hölderlinden Zweiga, Canettiye ve Musile, Lukacsdan Benjamine ve başkalarına uzanan hayli geniş bir yelpazeyi de geride bırakmıştım.\n

\n

Ama bir eser var ki, onun çevirisi bu kırk yıllık geçmişin otuz sekiz yılı boyunca bana hep eşlik etti. Beni hiç bırakmadı. Ben de onu hiç bırakmadım.\n

\n

Tam otuz sekiz yıl önce, onu okur okumaz çevirmeye karar verdiğimde, kafamda tuhaf ve iddialı bir karar da oluşmuştu: Günün birinde, ancak bu kitabı çevirmeyi başardığım takdirde, kendime çevirmendiyecektim. Bu karar, asla onca yıl boyunca yaptığım öteki çevirileri küçümseme anlamını taşımıyor. Ama başka hiçbir çeviride böyle bir dil serüveni yaşamayacağımı sanki daha en baştan anlamıştım.\n

\n

Dünya edebiyatının en büyüklerinden olan Avusturyalı yazar ve felsefeci Hermann Brochun (1886-1951) Vergiliusun Ölümü (“Der Tod des Vergil”) adlı romanından söz ediyorum. Yazıldığından bu yana, yirminci yüzyıl romanındaki yeri kadar, neredeyse çevrilemezliğiile de ünlenmiş bir eser.\n

\n

Otuz sekiz yıl önce çevirmeye karar verdiğimde, günün birinde böyle bir çeviriyi bitirebileceğimden ne kadar emindim? Bugün bunu artık hatırlamıyorum. Hatta bu soru üzerinde fazla durmamış bile olabilirim; fazla kurcalarsam belki vazgeçebilirim korkusuyla. Sadece, çevirebileceğimdenne zaman emin olduğumu çok iyi biliyorum. Kitabın Su-Varış başlıklı birinci bölümü, Almanca metinde tam on sekiz satırlık tek bir cümle ile açılıyordu. Prof. Dr. Andreas Tietze bu kitabı çevirmeye karar verdiğimi öğrenince şöyle demişti: Yalnız herhalde biliyorsunuz, ilk cümleyi Türkçede birkaç cümleye bölmek zorunda kalacaksınız, çünkü Türk dilinin yapısı, genelde bu kadar uzun bir tek cümleye uygun değildir! Oysa benim bir iddiam daha vardı: O bölümü dilimize, Almanca aslında olduğu gibi, tek cümle ile çeviremediğim takdirde kitaptan vazgeçecektim.\n

\n

Günlerden bir gün, bir ikindi vakti, bir sahil kasabasından Akdenizi seyrederken, cümlenin Türkçesi ansızın gözlerimin önünde beliriverdi. Alelacele bir peçeteye notlar aldığımı hatırlıyorum.\n

\n

Yolculuk artık başlayabilirdi. Latin dünyasının en büyük şairi sayılan Publius Vergilius Maronun \t(İÖ 70 - İÖ19) hayatının son on yedi saatini konu alan yaklaşık beş yüz sayfalık ve neredeyse bir düzyazı şiir üslubunda kaleme alınmış olan roman, şairin son saatlerinde hayat ve sanatla hesaplaşmasını sergiliyordu. Bu hesaplaşma sürecinde Vergilius; Şiir, insanı insanlığından eden hangi kötülüğü engelleyebiliyor ki? gibi müthiş bir soru ile, başyapıtı olan Aeneas Destanını bitirmeden yok etmeye karar vermiştir. Roma İmparatoru Augustus ise, şairi bu niyetinden vazgeçirmek peşindedir. Romanın üçüncü bölümünde yer alan ve hakikat, gerçeklik, sanatın işlevi, sanatçının misyonu, sanat ve politika gibi kavramların işlendiği Vergilius-Augustus söyleşisinin bir eşine daha dünya edebiyatında rastlamak neredeyse imkânsızdır.\n

\n

Ne var ki artık bu yolculuğun da sonu geldi. Vergiliusun Ölümünün dört yüz elli sayfası, İthaki Yayınlarına teslim edildi. Şu sıralarda kalan yaklaşık elli sayfa ile oynaşıyorum; belki de geciktiriyorumdur, bilemem. Ama bu çeviri sonunda bitti ve ben de, hayatımın yetmiş yılını geride bıraktıktan sonra, kendi ölçülerime göre çevirmen olabildim. \n

\n

Bu çeviriyi, ülkemizde antikçağ kültürünü tanıtmak için hayatı boyunca eşsiz çabalar harcamış olan Azra Erhatın anısına ithaf etmiş olmak, bu serüvenin bitişinden duyduğum acıyı biraz olsun hafifletiyor…\n

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları