Türkel Minibaş

Mali Sektörden Bumerang Etkisi!

13 Ocak 2009 Salı

Finans kesimi umutlarını yine IMF’ye bağladı. IMF’yle anlaşma imzalanırsa ekonominin durgunluktan çıkacağına, yeniden yüksek büyüme hızlarına ulaşılacağına inanıyorlar.

Oysa, bu sefer IMF’nin çantasında ne yüksek büyüme hızı hedefi var ne de durgunluktan çıkma modeli!.. Bu kez IMF’nin derdi global piyasalara olan özel kesim borçlarının ödenmesi ve kamu kesimi açıklarının artmaması.

Aslında, 2000 programı da ekonomiyi düzeltme programı değildi. Adı üstündeydi: Yapısal Uyum Programı! Yani globalizmin çerçeve anlaşmalarına uyumlanmak için yapılacak yasal değişimlerin programıydı.

Ne var ki, Türkiye’nin o günkü yöneticileri ya bilgi eksikliğinin de etkisiyle (!) bu gerçeği görmek istemediler.. ya da siyasal iktidarı kaybetmemek için halkı doğru bilgilendirmekten imtina ettiler. Zira, yapısal uyum programının ne anlama geldiği resmi ağızdan, aydınlar da dahil, halkın anlayacağı şekilde anlatılsaydı muhalefetle karşılaşacaklar ve bir daha da iktidar koltuğunu görmeyeceklerdi. Buna karşılık halk, 1980’den beri IMF’yle yapılan ekonomik istikrar programlarıyla kemer sıkmaya alıştığından 2000 programının “kurtarıcı” olarak tanıtılması herkesin işine geldi.

Artık, “herkes kim” diye sormayın? Bir yanda Büyük Ortadoğu Projesi’nin tarafları, diğer yanda bu projeyi gerçekleştirmekle görevli olanlar. Bugün Gazze’de, Afganistan’da, Pakistan’da olduğu gibi... Ama, gelin de bunu fotoğrafın içindekilere anlatın.

Uzun lafın kısası, IMF’nin bu seferki gelişi başka bir geliş!

Cuma günü CNN’in, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’la yaptığı röportajı izlediyseniz, Başkan’ın da IMF’den olumlu beklentileri olmadığını yakalamışsınızdır. Yine de Sayın Yılmaz, IMF’yle daha önce yapılan anlaşma için “bizi disipline etti” derken ne kadar samimiydi, tartışılır.. Zira, 2000 Anlaşması, Türkiye mali sistemini disipline ederken asıl amacın sisteme uyum olduğunu ve… bugünkü krizin temelinde mali krize uyum yapalım derken dış borçlanmaya ağırlık verilen bir büyüme politikasının etkin olduğunu görmüyor olamaz!

Öte yandan, Yılmaz konuşmasında “IMF’ye umut bağlamayın!” dememekle birlikte bizim gibi ülkelerin:

• Ticaret-portföy-kredi üçlüsü üzerinden gelecek ikinci bir kriz dalgasına hazırlıklı olması;

• bu nedenle de sermaye kesiminin ihtiyatlı ve likiditelerini sürekli kontrol etmesi yönünde

uyarmaktan geri kalmadı.

Aslında Yılmaz’ın sözünü ettiği, bir mali sektör üzerinden yine mali sektörün kendini yok etme sürecine gireceği ki.. buna, ekonomide bumerang etkisi yaşanacak demek hiç yanlış olmaz.

Nasıl mı? Dikkat edin enflasyonda ürkütücü bir yükselme yok. Halkta fiyatların daha da düşeceği beklentisi yaygınlaştıkça enflasyon sorun olmaktan çıkacak. Sayın Yılmaz’ın, Merkez Bankası’nın temel politikası fiyat istikrarını sağlamak diye üstüne basa basa vurgulaması da kanımca bu nedenle. Telaffuz etmiyor ama deflasyonist sürece girildiğini de ima ediyor.

Deflasyonu yakalamak için firmaların kredi taleplerine bakmakta yarar var. Bilgisine başvurduğum bankacılar gösterge faiz oranlarının düşmesinin özel kesimin kredi talebini etkilemediğini söylemekte. Bankacılık kesiminin bundan şikâyetçi olmadığı da bir gerçek!. Kredilerin bu durgunlukta geri dönmeme riskini üstlenmektense, getirisinin garanti olduğu Hazine bonosuna yatırım yapmayı tercih ediyorlar.

İşte, bumerang etkisinin başladığı nokta da kanımca zaten tam burada. Mali sistem kendini korumak için reel sektörle bağlarını zayıflatıyor. Kredi üzerinden kurulan bu bağlar zayıfladıkça üretim geriliyor ve… İnsanın gıda yerine kendi kaslarını yiyerek beslenmesi gibi mali sektör de üretim yerine kendi kendini yiyerek besleniyor.

Gelin görün ki, mali sektörün beklentisi, hükümetin talebi canlandırmak için kamu harcamalarını arttırması yönünde!.. İlk bakışta piyasaları canlandırmak için başka çare de yok gibi gözükmekte. Ne var ki, hükümet gündeminin öncelikli maddesi yerel seçimler olduğuna göre kamu harcamalarının arttırılması olsa olsa bütçe açıklarının artmasına neden olabilir.

Eğer dünya konjonktürü 2000’li yılların başındaki gibi olsaydı, yani dış piyasalardaki likidite bolluğundan yararlanarak borçlanma şansımız olsaydı bütçe açığının finansmanı bir sorun yaratmazdı. Ama, gelişmiş ülke özel kesiminin eteğini toplamakta zorlandığı şu dönemde böyle bir olanak yok.

Geriye ikinci seçenek olan iç piyasadan borçlanma kalıyor ki… Hatırlarsanız IMF, “5 Nisan Kararları” olarak tarihe geçen 1994 Paketi’nde de Türkiye’ye bunu önermişti. Hazine’nin her seferinde daha yüksek faizle borçlandığı, özel kesimin pahalı kaynaklarla yatırım yapmaktansa yüksek faizden hükümetlere borç verdiği o dönemin faturasını nasıl ödemiş olduğumuzu unutmuş olamayız!

Unutanlar, IMF’nin bu gelişinden umutlanmaya devam edebilirler. Unutmayanlar ise, Sayın Yılmaz’ın dediği gibi ihtiyatı elden bırakmayıp likiditelerini korumanın yollarını oluşturmak zorunda...

[email protected]

www.turkelminibas.net



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları