Erinç Yeldan

Toplumsal şiddetin ekonomisi

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Dünyaca ünlü Marksist Sosyolog ve İktisatçı Samir Amin, 2001’de Porto Alegre’de toplanan Dünya Sosyal Forumu’nun açılış toplantısında şu tespiti paylaşmaktaydı: “Kapitalizm dünyamızı artık savaş konjonktürü olmadan yönetemez durumdadır”. Samir Amin Hoca’ya göre sorun, sadece Keynesgil anlamda efektif talep yaratma ve iktisadi fazlayı yakıp tüketmek meselesi değildi. Sorunun özünde kapitalizmin küresel boyutta yarattığı eşitsizliklerin sömürülenler ve yoksul emekçiler arasında yaratacağı sınıf bilincinin çarpıtılması ve sisteme karşı bir toplumsal muhalefete dönüşme tehlikesinin engellenmesi gereği yatmaktaydı. Neoliberal küreselleşme dalgasıyla hızlanan bu süreçte orta sınıflar çözülürken dünyamızda gelir dağılımı hızla bozuluyor, işgücü piyasaları hızla enformalleşiyor, yoksulluk ve hiper-zenginlik bir arada yükseliyordu.
2007 sonrasında patlak veren küresel kriz, büyük durgunluk adı altında dokuzuncu senesini sürüyor. Krizin ilk günlerinde Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay ile yaptığımız bir söyleşide, yaşananların sadece iktisadi anlamda bir daralma olmadığını, toplumsal olarak yükselen şiddetin bölgemizde bir düzeltici savaş biçiminde yaşanabileceği endişelerimizi dile getirmiş idik. Düzeltici savaş savı, Samir Amin’in yukarıda değindiğimiz tespitlerine dayanmakta ve küresel krizin antikapitalist bir sınıf çatışmasına dönüşmesinin engellenmesi için emperyalizmin bölgemizde tezgâhladığı oyunlara dikkat çekmeyi amaçlamaktaydı. Ne yazık ki 2007’den bu yana yaşananlar bu öngörüleri doğruladı; bölgemiz iç savaşlara sürüklendi, ülkemizde de etnik ve mezhep kökenli şiddet körüklendi.

***

Ülkemizde körüklenerek yükseltilen şiddet dalgası aslında bir azgelişmiş, çevre ekonomisi olarak Türkiye kapitalizminin yaratmış olduğu bölgesel ve sınıfsal eşitsizliklerin ve tıkanıklıkların sonucudur.
Elimizdeki veriler, (*) örneğin Zonguldak- Hatay arasında bir eksen çizildiğinde toplam 772.3 milyar dolarlık ulusal hasılanın, yüzde 78’ine karşılık gelen 601 milyar dolarlık kısmının batıda kalan 30 il tarafından, geriye kalan 171.3 milyar dolarlık kısmının ise 51 ili kapsayan bölge tarafından karşılanmakta olduğunu göstermektedir. Yoksulluk tuzağında kalmış bulunan yoksul Türkiye’nin yaşamakta olduğu bu bölgede ortalama eğitim süresi 5 yıldan dahi az olup (ilkokul mezunu değil); sabit sermaye yatırımlarından yoksun; mevsimlik ve düşük vasıflı işgücüyle merkez kapitalizminin ilkel sömürüsüne ve sosyal dışlanmışlığa uğramış durumdadır. Bu koşullar altında yoksul bölgelerimizde katma değerin üretimi ulusal ekonomiden ayrışarak bir tuzağa dönüşmekte ve giderek tüm ulusal gelirin de yavaşlamasına neden olmaktadır. Bu yapı altında yeşertilmeye çalışılan “inançlı” nesiller, işsizlik ve eğitimsizlik kıskacı altında etnik ve mezhep ayrımcılığının ana unsurları olarak ‘Yeni Türkiye’nin ucuz işgücü deposunu oluşturmaktadır.

***

Bu yazımızı bundan yaklaşık altı sene önce, 2009’da yitirdiğimiz Sevgili Türkel Minibaş’ın bir yazısındaki tespitlere dayanarak sonlandırmak arzusundayım. Türkel Hoca yazısında emperyalizmin bölgeye yönelik en önemli saldırısının ülkemizi “Ilımlı İslam” ve “Büyük Ortadoğu” projeler adı altında parçalanması ve ulus ötesi tekellerin ve uluslararası emperyal egemenlerin stratejik çıkarlarına hizmet edecek yeni idari birimlerin yaratılması olduğunu vurgulamaktaydı. Dolayısıyla, bugün emperyalizmin bu emellerine karşı ulusal bütünlüğün ve laikliğin savunulması son derece önem kazanmış durumdadır. Bazı liberal sol(umsu) çevrelerin ve gerici çıkar şebekelerinin dudak bükmelerine ve “çağdışılıkla” suçlamalarına karşın, ulus devletin korunması ve laiklik, antiemperyalist mücadelenin iki ana ekseni olarak koşulsuz sahip çıkmamız gereken değerlerdir.

                                    
(*) Yeldan, A. Erinç, Taşçı, Kamil, Voyvoda, Ebru ve Özsan, Emin (2012) “Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye?” TURKONFED, İstanbul.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları