Olaylar Ve Görüşler

Türkiye nereye koşuyor

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Suruç’ta patlayan bomba Türkiye’nin Suriyelileşmesine yol açan bir dizi gelişmeyi tetikledi

Önce PKK, Ceylanpınar’da iki polisi uykusunda öldürdü. Bu eylem Türk güvenlik güçlerinin ülke dışı ve ülke içerisinde örgüte sert bir şekilde müdahale etmesine yol açtı. Ardından PKK’nin savaşı tüm yurda, ama özellikle de kentlere yayan sayısızca eylemi geldi.
Şehit ve yaralı sayısı hızla yükseldi. Toplumdaki ve siyasetteki tansiyon da öyle. Hakkaniyet sahibi her vicdan gelecek hakkında kaygı duyuyor. Hemen herkesin aklında ise tek bir soru var: Yaşanan bunca feci şeyin sorumlusu kim?

Sorumlu kim?
HDP’lilerin tamamı ve hatırı sayılır kadar CHP’li ülkenin iç savaş koşullarına sürüklenmesinden öncelikle Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. Onlara göre saray 7 Haziran yenilgisini kabullenemedi. Meclis’i seçime götürmek, bu olurken de hem Kürt siyasetini yıpratmak hem de kamuoyunu oyalamak için operasyonlar yoğunlaştırıldı.
Savaş aslında başkan olamayan Erdoğan’ın yeni bir seçimden istediği sonucu almak için uyguladığı kanlı bir taktik. Suruç’ta sadece katliam yapılmadı, aynı zamanda erken seçim startı verildi.
PKK’ye hemen hiç değinmeden Erdoğan eleştirisine odaklanmış bu analizin karşısında bir dizi argümanda kendi özgün konumunu açan başka bir söylem daha var. Bahsi geçen dil bize kısaca şunu diyor: Türkiye için silah bırakma kararı alamayan PKK ve PKK’yle organik bağını bir türlü kesemeyen HDP Türkiye demokrasisine zarar veriyor.
Ayrıca yoğunlaşan savaşın özel olarak Erdoğan’la veya genel olarak seçim atmosferiyle doğrudan bir ilgisi yok. PKK uzun süreden beri bölgede alternatif bir devlet gibi faaliyet gösteriyor. Yol kesme ve özerklik ilanlarının ardı arkası kesilmiyor. Dahası KCK’den yapılan “ateşkes bitti” açıklamasının tarihi 11 Haziran. Erdoğan dahil olmak üzere hemen hiç kimse 7 Haziran’ı nasıl okuyacağını tam anlamıyla netleştirmemişken KCK ateşkesi bitirdi ve savaş hazırlıklarını yoğunlaştırdı.

Bölünme
Türkiye kamuoyu pek çok meselede bir benzeri görüldüğü üzere bu konuda da keskin bir şekilde bölünmüş durumda. Tırmanan şiddetten kimileri Erdoğan-AKP blokunu kimileri ise PKK-HDP hattında konumlanan Kürt siyasetini sorumlu tutuyor. Oysa genişçe bir gri alan var. Erdoğan ve PKK iki ayrı yanıt olmaktan çok aslında aynı yanıtın iki ayrı yüzü. Mesela savaşın sorumluluğunu tümüyle Erdoğan’ın sırtına yükleyip kenara çekilmek çok da mümkün değil. Bu nedenle HDP retoriği sorunlu. Çünkü Ceylanpınar’da öldürülen iki polisin milat olduğu yeni şiddet sarmalında saldırıları yoğunlaştıran taraf PKK.
Örgüt hemen her gün bir asker veya polisi şehit ediyor. Ayrıca Erdoğan, başkan olmak için savaş çıkarıyorsa PKK önce saldırıları durdurarak, ardından da Türkiye için silah bırakma kararı alarak bu oyunu hemen bozabilir. Neden yapmıyor?

Eriyor mu?
Yoksa PKK’yi de mi Erdoğan yönetiyor? Dahası Demirtaş PKK’ye ve onun acımasız şiddetine karşı ciddi bir tepki ortaya koyamıyor. AKP polis devletini büyük bir cesaretle eleştiren liderlik PKK karşısında sönük bir siyasi aktöre dönüşmüş durumda. Demirtaş’ın sola şahsiyet kazandıran karizması ve Türkiye partisi HDP imajı gün ve gün erimekte. Gelinen bu noktada Erdoğan’ı PKK’den ayırt etmek anlamsız. Çünkü örgüte verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı. Dolmabahçe’de masa devrildi. Türkiye kamuoyunu ve tüm barışseverleri seçimden seçime yıllarca oyaladı Erdoğan.
Demek ki bugün içinde boğulduğumuz kan sadece PKK jeopolitiğinin değil aynı zamanda Erdoğan reel politiğinin de sonucu.

Armağan Öztürk Artvin Çoruh Üniv. - Sosyoloji

 

-

 

Ya kuyruk köpekten akıllıysa..

Dünya tarihinde propaganda ve algı yönetimi taktikleriyle savaş konusunu işleyip bundan siyasi destek ve rant sağlama değişik dönemlerde başarılı bir şekilde kullanılmıştır.

Çoğu kere savaşa hazır olmayan uluslar savaş çığırtkanı haline getirilmişler, bazılarında ise kurgulu savaş senaryoları ile siyasilere destek yaratılmıştır. Hitler ve onun propaganda bakanı Dr. Göebels’in uygulamaları tarihi birer örnek olarak belleklere kazınmıştır.

Kuveyt Savaşı
Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali ile başlayan Birinci Körfez savaşında Baba George Bush yönetimi uzak ülkelere Amerikalı asker göndermeye sıcak bakmayan Amerikan halkını birden bire savaş yanlısı yapma başarısını bir algı yönetme planı ile gerçekleştirmiştir.
Amerika’nın ünlü Halkla İlişkiler Şirketi Hill&Knowlton yönetiminde uygulamaya konulan bu algı yönetme operasyonunda Iraklı askerlerin Kuveyt hastanelerindeki çocuk kuvözlerinden çocukları alıp çöle gömdükleri iddia edilmiş, bunun canlı tanıkları yaratılmış ve Amerikan halkı etkilendirilerek George Bush’un Birinci Körfez savaşına beklenmedik bir destek sağlanmıştır.Kuveyt’in ABD büyükelçisi Saud Nasır El-Sabah’ın kızı sahte Nurse Nayırah adını kullanıp Amerikan Kongresi’nin İnsan Hakları Araştırma Komisyonu önünde ağlayarak yalan söylemiş ve yalancı tanıklık etmiştir. Sonradan bu çocuk kuvözleri ve çöle gömülen 312 çocuk hikâvyesinin yalan olduğunu ortaya çıkmıştır. Bu konuda 1992’de CBC’de yayımlanan “Bir Savaşı Pazarlamak” isimli bir belgeselde medyanın bu olayı nasıl bir yalan makinesi olarak kullanıp algı yaratıldığı anlatılmıştır. (https://www.youtube.com/ watch?v=yaR1YBR5g6U)

Türkiye’deki uygulamalar
Türkiye’de birkaç yıl önce AKP yanlısı “yandaş ve havuz medyası” diye tanımlanan yayın organları tarafından ortaya atılan “Beşiktaş’ta Başı Örtülü Kadına Saldıran Deri Ceketliler”, “Camide İçki İçtiler”, “Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye’ye Suikast ve Arınç suikastı” gibi yalan olduğu ortaya çıkan bu tür algı yaratma çabaları iktidardaki partinin ileri gelenlerince kullanılmıştır. Her algı olayının başarılı olacağı kestirilemez. Bu yalanların da bu operasyondan medet umanlara bir fayda sağlamadığı gibi haklarındaki “yalan söyleme, rüşvet ve irtikap, 17-15 Aralık dosyaları” gibi geneldeki olumsuz iddia ve algıyı daha da güçlendirmiş olabilir.

Bir Hollywood klasiği
“Wag the Dog” isimli 1997 yılı yapımı siyasi komedi hayali savaş yaratarak kamuoyu desteği nasıl sağlanır sorusu için en güzel örnektir. Birinci döneminin sonuna yaklaşırken halk desteği düşmek üzere olan ve bu arada adı bir seks skandalına karışan bir ABD Başkanının yeniden seçilmesini sağlamak ve seks skandalını unutturmak amacıyla bir Hollywood yapımcısı Beyaz Saray’a çağırılır ve Beyaz Saray’ın alt katı bir film stüdyosuna çevrilir.
Film hayali olarak Arnavutluk’a savaş açarak ve değişik görüntülerle Amerikan halkını galeyana getirip ona destek sağlamayı amaçlayan medya yoluyla yapılan propagandayı anlatır. Filmde halkın beyni yıkanarak, savaş algısı ve ulusal duygular kullanılarak başkanın seks skandalı unutturulur ve ikinci dönem seçilmesi sağlanır.
Filmin adı İngilizce bir deyim- “Wag the Dog”- bu deyim insan dikkatini çok önemli bir konudan daha önemsiz bir konuyla meşgul edip önemli konuyu unutturmak demektir. Bu deyimin kökeni “Köpek Kuyruğundan Daha Akıllıdır” kavramını tersine çevirir; “kuyruk köpekten daha akıllaysa artık kuyruk sallanmaz ama köpek sallanır”. Filmin yapımcısı ve direktörü Barry Levinson. Filmin yıldızları ise Dustin Hoffman ve Robert De Niro.

Sonuç
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki üç yıldır bizzat başlattığı açılım sürecini ve Dolmabahçe mutabakatı denilen anlaşmayı, HDP “kendisini başkan seçtirmeyeceğiz” dediği için tanımadığı söylenen ve daha önceki tüm çabaları yok sayan ülkeyi yeniden seçime götürme çabaları ve bunun doğurduğu PKK saldırıları bana bu filmi hatırlattı.
Yalnız bu çok tehlikeli stratejinin başarılı olup olmayacağı henüz belli değil. Çünkü bu senaryoda beklenenin tam tersi de olabilir. Halk “Bu teröristleri siz beslediniz, yüz verdiniz, şımarttınız, askeri kışlaya, polisi karakola hapsettiniz, bu akan kanların sorumlusu sizsiniz” de diyebilir.    

Prof. Dr. Tevfik da lgıç Teksas Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları