Normalleşme ve yeni Türkiye...

01 Eylül 2015 Salı

Geçen gece “süper dolunay” vardı.
İnternet sitelerinde “Hawaii, Capetown, Atacama Çölü, Virgin Adaları, Santa Monica Dağları”nda en güzel ve en net görülecek diye anonslanan bir “süper dolunay”...
Dünyanın özellikle önerilen süper egzotik köşelerinde olmasak da, bu harika doğa mucizesini biz de Heybeli’de bir arkadaşın terasından izledik.
Virgin Adaları’nı bilemem ama bizim adalarda gerçekten de şimdiye değin hiç rastlamadığım güzellikte parlak bir mehtap vardı.
Gümüş, tepsi gibi bir ay.
Uzansanız tutacağınız cinsten...
Arkada çamlar, önümüzde deniz ve ayna gibi bir ay ışığı...
Ev sahibi dostumuz “süper dolunayı” kutlamak için terasında eski ahbapları yan yana getirmişti.
Uzun zamandır görmediğim sosyal demokrat bir eski tanıdıkla işte bu “süper dolunay” gecesinde karşılaştım.
Konu süratle yeni hükümete geldi. “Ne düşündüğünü” sorduğumda aldığım yanıt karşısında dumura uğradım.

Solun çaresizliği
Akademisyen ve fevkalade tanınmış bir “siyaset bilimcisi” olan bu eski tanıdığa göre olan biteni bir “Normalleşme şeklinde görmek gerekiyordu”...
Son on yılda yollarımızın hemen hiç çakışmadığı “eski ahbabımız” başka deyişle yaşananları; “Başörtülü olduğu için Meclis’te Merve Kavakçı’nın yemin ettirilmediği bir Türkiye’den... ilk başörtülü bakanın kabinede yer aldığı Türkiye’ye vardık” yorumu ile takdim eden yandaşlardan farksız biçimde... “kaçınılmaz/olması gereken/ve dahi sağlıklı normalleşme” gözlüğüyle değerlendiriyordu.
Saray yorumcularının analizlerinde hayrete şayan olan yan yoktu ama on yıl öncesine değin yaşama aynı yerden baktığım, aynı okullardan geldiğim, aynı arkadaş çevresini ve değerleri paylaştığım bir kimse nasıl olmuştu da benden bu derece uzak bir yere savrulmuştu?

Kademeli İslamcılık
Nasıl olmuştu da “kısası savunan” bir “kadın bakanı” örneğin; “eski Türkiye”nin sevilen ve çok beğenilen solcularından olan bu “siyaset bilimci”si bugün zerre yadırgamadan bu ölçüde “normalleşme” çerçevesine oturtabilir olmuştu?
Konunun en düşündürücü yanı “kanıksamak” ve “yadırgamamak” meselesi değil miydi?
Tüm gece bu soruların çengeli beynime takıldı ve o sıra dışı “dolunay”ı bile unuttum.
Kurbağayı hızla sıcak suya atmak yerine “usul usul haşlamaya” benzetilen “kademeli İslamcılık/incremental Islamism” yöntemiyle Türkiye bu noktaya taşınmış, bizleri geçmişimizle bu kertede “yabancılaştırmıştı”.
“Yeni Türkiye”yi “normalleşme” adını verdikleri bu... “incremental İslamcılık” süreciyle kabullenenler için “Cumhuriyet değerleri” artık referans olmaktan çıkmış ve çoktan iflas etmişti.

Ve alternatifsizlik
Bahsettiğim akademisyen türü aydınlar, “yeni Türkiye”nin “yeni değerleri”ni sorgulamadan olduğu gibi kabullenmişti.
Siyasi ve medyatik baskılar yanında “çıkarlar”; “düzen”e “devşirilmeyi” olağanüstü etkinlikle temin etmiş ve “fiili rejim değişikliğini” giderek böyle “doğal” ve “normal” kılmıştı...
Muhalefetin güçsüzlüğü, bölünmüşlüğü, etkisizliği; “alternatifsizlik” duygusuyla bu eski tanıdık örneğindeki insanları alabildiğine pasif “onaya” sürüklemiş, her türlü olası “direnç arayışından” yoksun kılmıştı.
Cumhurbaşkanı ile eşinin davetli eli sıkmadığı ve Kuranıkerim tilavetinin dinletildiği Saray’ın 30 Ağustos kutlamasına böyle vardık.
30 Ağustos günü Çizme’de Corriere della Sera’nın tam yazdığı gibi bundan böyle “her geçen gün daha çok İslamlaşan ve hep daha az Cumhuriyetçi olan bir otokraside” yaşıyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları