Dikkat 'Akıllı Güç' Geliyor

20 Ocak 2009 Salı

Barack Obama görevi yarın devralıyor. Batı, özellikle de Anglosakson medyasına bakarsak, tüm dünya umudunu Obamaya bağlamış. Obama gelince, ABDnin dünyayı kana bulayan dış politikası, mali krize yol açan ekonomik modeli değişecek, Filistin sorunundan küresel ısınmaya kadar her şeyebir çare bulunacak. Bu beklenti, gerçekçi değil.

Dış politikanın yeni adı

Obama, misyonunu, Amerikan halkının (tüm halkların) ABD yönetimine güvenini yenilemek... ve bir kez daha dünyaya liderlik etmek(B. Obama, Foreign Affaires, Temmuz/Ağustos 2007), diğer bir deyişle hegemonya restorasyonu olarak açıklamıştı. Seçilene kadar, biteviye işlenen bu güven yenileme teması giderek Obamanın markası haline geldi.

Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da, önceki hafta ABD Senatosunda ataması görüşülürken yaptığı konuşmada, dünyada ABD liderliğinin eksikliğinin hissedildiğini ileri sürdü. Clinton, bu eksikliği gidermek için akıllı güç denen şeyiellerindekibütün diplomatik, ekonomik, askeri, siyasi, yasal, kültürel araçlar içinden en uygun olanını veya olanlarının bileşimini kullanacaklarınısöyledi.

Anlaşılan şimdi ABDnin dış politikasını pazarlarken kullanılacak, New York Timesta Roger Cohenden Australiandan Geoff Elliota kadar birçok yorumcunun demek şimdi yeni şey bu diyerek alaylı bir tonla saptadıkları, kavram/marka, akıllı güç.

ABD Harp Akademisinden, Prof. James Kurthun 11 Eylülden birkaç ay önce National Interest dergisinde vurguladığı gibi, ABDnin 1990lardaki dış politikası, dünyanın geri kalanınaküreselleşme olarak sunulmuştu. 2001den sonra dış politikanın yerine kullanılan metafor terorizme karşı savaşoldu. Bu mala yeterince alıcı çıkmayınca ABD, özgürlük getirme, demokratikleştirme”, “BOPgibi düzeltmelerle idare etmeye çalıştı, ama Obama-Clinton ikilisinin de ifade ettiği gibi, başarılı olamadı. ABDnin küresel liderliği aşınmaya hızlanarak devam etti.

Akıllı güçkavramıyla bu eğilimi geri çevirmek olanaklı değil. Birincisi bu kavram, hiçbir yenilik ifade etmiyor. İkincisi, uluslararası koşullar, ABD liderliğinin yeniden kurulması (restorasyon) açısından, 1990ların başından hatta 11 Eylül 2001 ertesinden çok daha elverişsiz. Üçüncüsü, bu akıllı güçkavramı, ABD dış politika çevrelerinin, hem liderlik sorunu hem ABD ile dünyanın geri kalanı arasındaki ilişkiyidüşünmeçabasındaki bir çaresizliğe işaret ediyor. İçinde yaşadığı koşulları anlamakta ve uyum sağlamakta çekilen bir zorluktan kaynaklanan çok korkutucu bir çaresizlik bu... Korkutucu, çünkü çaresizlik içinde kıvrananların elinde dünyanın en güçlü silahları var.

‘Sert’, ‘yumuşak’ ve ‘akıllı’

Harvarddan Prof. Joseph Nye, ABD liderliğini (hegemonyasını) korumanın olanakları üzerine yazarken, intihal sayılacak bir biçimde, Antonio Gramscinin hegemonya tartışmalarından kimi kavramları, sınıfsal içeriklerinden soyutlayarak, aslında belki de anlayamadan aldı vesert güçve yumuşak güçkavramlarını üretti. Sert güç, bir devletin şiddet uygulama kapasitesine,yumuşak güçise ekonomik, kültürel özelliklerinin özendiriciliğine, liderlik edeceği ülkeler grubuna kamu hizmeti sunabilme kapasitesine gönderme yapıyordu. Yumuşak güç”, söz konusu devletin, kendi ulusal çıkarlarını, liderlik ettiği ülkelerin ulusal çıkarlarıyla örtüşecek bir biçimde sunabilme ve diğerlerini de hoşnut edecek bir biçimde izleyebilme kapasitesi demekti.

Prof. Nye, tarihsel materyalizmden nasibini almadığı için, bu iki kapasiteyi iradi olarak kullanılabilecek iki güç olarak anladı. Böylece, ülkenin hegemonyacı konuma gelmesini, orada kalabilmesini, tarihsel zemininden, arkasındaki yapısal belirleyicilerden koparıp, politika seçeneklerine bağlamış oluyordu. Böyle olunca da arkasından akıllı güçkavramının geliştirilmesi artık kaçınılmazdı. Adeta, alet çantasındaki araçlar, bazen silah, bazen diplomasi, bazen ekonomi, bazen politika aptalcadeğil de akıllıbir biçimde kullanılsa başarı kesin... Örneğin Bush yönetimiaptal güçkullanmıştı, şimdi akıllı güçkullanılırsa hegemonya yeniden kurulabilir...

Burada ne yazık ki, biri dini, ikincisi de yanlış iki varsayım var. Birinci: Liderlik ABDnin hakkı, kaderi, manifest destiny inancı. İkincisi, ABDnin alet çantasında hegemonyayı restore edebilecek tüm araçların olduğuna inanıyor.

Hegemonyanın tarihsel koşulları…

Gramscinin (1891-1937) geliştirdiği hegemonya kavramı, liderliğini şiddet uygulama kapasitesine dayanarak dayatma ve liderliğini, ekonomik, siyasi, kültürel/ideolojik etkenlerle kabul ettirme kapasitelerinin diyalektik bir ilişkisi olarak tanımlanır. Bir tarihsel anda (konjonktürde) bu maddi koşullara sahip olan sınıf, o anda bir sınıflar grubu üzerinde hegemonyasını kurar. Bu hegemonya özgün bir ideolojik söylemle ifade edilir. Sonra, koşullar değişir, söylem etkisini, inanılırlığını yitirir, o an(konjonktür) geçer, hegemonya da... Bugün uluslararası ilişkilerde kullandığımız hegemonya kavramının kökleri burada yatıyor.

Dikkat edilirse, akıllı güçkullanabilme durumu (tüm araçların birden kullanılabilmesi) aslında zaten hegemonyacı konumda olan bir ülkenin yapabileceği bir şey... Araçlar yoksa, yetersizse, zayıflamaya başlamışsa ya da konjonktürün öbür unsurlarının (diğer güçler) kapasiteleri artmaya başlamışsa, konjonktür kaçınılmaz olarak değişmek, hegemonya gerilemek,akıllı güç”, “aptal gücedönüşmek durumundadır. Bush döneminde, başarısız olduğu için, şimdi aptal güçolarak nitelenen dış politika yönelimi (imparatorluk refleksi) bir aptallıktan değil, hegemonyanın kabul ettirme (“yumuşak güç) kapasitesindeki zayıflamayı şiddetle dayatma (“sert güç) kapasitesiyle dengeleme çabasından kaynaklanmıştı. Burada hata çabada değil, bu çabanın maddi koşullardan bağımsız olabileceğine ilişkin inançtan (Biz imparatorluğuz, kendi realitemizi kendimiz yaparız) kaynaklanıyordu.

Akıllı güçe örnek olarak verilen, Marshall Planı, NATOnun, Birleşmiş Milletlerin kurulması vb... gibi uygulamalara bakınca, kavramın sığlığı daha bir açıklık kazanıyor. O konjonktürde, ABD yalnızca rakipsiz bir askeri güç değil, aynı zamanda rakipsiz bir ekonomik, siyasi güç, kendi kültürünü, toplumsal modelini yayma kapasitesi herkesten yüksek bir güçtü, ortada kapitalizme yönelik bir tehlike de vardı.

Bugün, bu koşulların çoğu yok. Bush döneminin yarattığı kültürel ahlaki yıkım, salt Obamaimajlarıyla aşılacak bir zaaf değil. Dünya halkları, ekonomik krizin sorumlusu, küresel ısınmaya karşı alınacak tedbirlerin, İsrail-Filistin barışının önündeki en büyük engel olarak ABDyi görüyor. Obamanın bu konularda yapacağı fazla bir şey yok (alet çantası boş). Aksine, ekonomik krizle birlikte serbest piyasa ilkelerinden uzaklaşma eğilimi, ABDnin dünya ekonomisini yeniden inşa etmek bir yana, kendini korumaya yöneleceğini düşündürüyor. SahnedeÇin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Avrupa Birliği gibi güçler var. Bunları terorizmle savaş, İslamofobia, uygarlıklar çatışması gibi savlarla ABD liderliği etrafında birleştirmek de olanaklı değil. Bu yüzden ABD dostlarıpapağan gibi tekrarlamaya başlayacaklar ama, sağlıklı düşünebilmek için, bu akıllı güçkavramını ciddiye almamakta yarar var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları