İnsanlar

02 Eylül 2015 Çarşamba

Geçen hafta dört günlüğüne Bodrum-Akyarlar’daydım. Çocuklarım, torunlarımla buluştum. Özlem giderdik. Onlar Almanya’da, Hamburg’da yaşıyorlar. Bir de tekne turu yaptık hep birlikte. Akyarlar’ın karşısındaki Yunan-Kos Adası neredeyse bir taş atımlık uzaklıkta. Kos Limanı’na 2 bin 500 yataklı dev bir yolcu gemisi bağlı, Suriyeli göçmenlere otel görevi görüyor. Fotoğrafını çektik. Bizim kıyılarda ise denize inen kayalıkların eteklerinde yürekleri karşı kıyıya ulaşmak özlemiyle çarpan, bunun için ölümü bile göze alan Suriyeli gruplar var, bize el sallıyorlar.
Aramızda konuşuyoruz. Konu göçmenler. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin AB ülkelerine dağıtımından Hamburg’un payına da birkaç yüz Suriyeli düşmüş. Hamburg Senatosu bunlar için bir yerleşim yeri kurmuş. Yetişkinler, gazete ve televizyondan konuyu bildiklerinden kentlerine gelen bu insanları yadırgamamışlar. Çocuklar ise konuyu enine boyuna okulda öğrenmişler; göçmenler daha Hamburg’a ayak basmadan öğrenciler etraflıca bilgilendirilmiş. Konu üzerinde konuşurken, gördüm ki hem oğullarımın, hem de torunlarımın duygularına “acıma” yerine “anlayış” egemen. Durum böyle olunca yaklaşımları da farklı oluyor. Kentin birçok semtinde sivil yardım girişimleri örgütlenmiş, bunlar dilenci konumuna düşürmemeye özen göstererek göçmenlerin çeşitli gereksinimlerini karşılamaya çalışıyorlar.
Küçük oğlumun (küçük dediğime bakmayın, yaşı 45) başarılı bir sinema oyuncusu olan Alman kız arkadaşı, Suriye’deki savaşın da, dolayısıyla göçmen sorununun da “küresel kapitalizmin doymazlığının bir sonucu” olduğu görüşünde. Bu görüşe katılıyoruz. Küresel nedenlerin sonuçları da küresel oluyor.
Onlar Hamburg’a geri döndüler. Yetişkinler işlerinin güçlerinin başında, çocuklar ise okullarında.
Ben de birkaç gündür Gökçeada’da, köyüm Bademli/Gliki’deyim. Buradaki konu ise seçimler. Bilindiği gibi Yunanistan’da 20 Eylül günü genel seçimler var. Son seçimlerde SYRİZA’nın Çipras liderliğinde oyların yüzde 35’ini alarak iktidar olması, halka ülkenin düzlüğe çıkması yolunda büyük umut vermişti. Ne yazık ki Çipras seçimler öncesi halka direnme sözü vermiş olmasına karşın başta Almanya olmak üzere küresel sermayenin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıp başbakanlıktan istifa etti. Partisi SYRİZA ise bölündü.
Rum komşularımız tatillerini geçirdikleri eski yurtları Gökçeada/İmroz’u yavaş yavaş geride bırakıp Yunanistan’a dönüyorlar. Kimisi işini kaybetmiş, kimisinin emekli maaşı kesile kesile kuşa dönmüş. Hepsi endişeli, hepsi tedirgin… Kimsenin yüzü gülmüyor. Genel seçimlerin sonucu ne olursa olsun, olumlu bir beklentileri, umutları yok!
Onlar seçim konusunu açınca biz de hemen 1 Kasım’da yapılacak bizim seçimlerden söz etmeye başlıyoruz. Hani bir halk deyişi vardır, “Söyleme bana derdini/ söylerim sana derdimi/ söylersem sana derdimi/ döver senin derdini…” diye, buraya cuk oturuyor.
Benzer tedirginlik, benzer endişe bizlerde de var. Tepemizdeki “muktedir”in gemlenemez hırsının ülkeyi sürüklediği seçimlerden bizlerin de bir beklentisi, bir umudu yok. Büyük olasılıkla bu seçimlerin sonuçları pek bir şey değiştirmeyecek. Toplumun kutuplaştığı, uzlaşma kültürünün gelişmediği, uyuşmamanın marifet sayıldığı böyle bir ülkenin insanlarına rahatlamak, umutlanmak, mutlu olmak ne yazık ki büyük ölçüde hayal olmaktan öteye gidemiyor.
Doğal ki bu devran hep böyle sürüp gitmeyecek. Bu uğursuz döngü bir gün mutlaka bir yerinden kırılacak. Ama nasıl? Aramızdaki boş didişmeleri bir yana bırakıp bu soru üzerinde yoğunlaşsak bir yanıt bulabiliriz diye düşünüyorum.
“Öyleyse haydi” deyip kolları sıvamaktan gayrı yapacak başka neyimiz var ki?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları