Herkes barış diyor ama...

03 Eylül 2015 Perşembe

1 Eylül “Dünya Barış Günü” idi. Her yerde barış konuşuldu, barış ile ilgili programlar yapıldı. İzmir’de bunlardan birine katıldım. Orada anlatmaya çalıştıklarımı dilim döndüğünce yansıtmak isterim...
Çoğu kişinin, özlemi insanlık kadar eski sandığı barış aslında 19. ve özellikle de 20. yüzyılda bambaşka içerik ve boyut kazanmış bir kavramdır.
Tarım toplumlarında, barış başat bir kavram değildi, ancak sanayi toplumu ile insanlığın önemli kaygılarından biri haline geldi ve nükleer silahlarla birlikte de birinci sıraya oturdu.
Daha önce savaşların birbirlerini izlemesi, mevsimlerin birbirlerini izlemeleri gibi kaçınılmaz bir olay olarak görülürdü.
Her savaşın kendi barışı, her barışın da kendi savaşının olduğu süreç savaş barış diyalektiğini oluştururdu.
Sanayi devrimi ile silah teknolojisi çok gelişince, yine diyalektik bir biçimde, savaşların büyük sanayi baronlarına getirileri artarken sosyal maliyetleri de altından kalkılamayacak biçimde yükseliyordu.

***

İkinci Dünya Savaşı sona ererken ulaşılan nükleer silah teknolojisi ile birlikte, savaş- barış diyalektiği de kırıldı.
O tarihten itibaren olası bir 3. Dünya Savaşı, barışı olmayan savaş, başka bir deyişle, onunla her şeyin biteceği bir son savaş olacaktı.
Savaşın galibi ve de barışı olmayacaktı, çünkü erişilen teknoloji sonucu, topyekûn bir savaşla taraflar birbirlerini yok edecekler, ayakta bir şey kalmayacaktı.
Hatta, bilim adamları istek dışında rastlantısal olarak çıkabilecek bir savaş ile dahi insanlığın sonunun gelebileceğini ileri sürmekteydiler, 1960’lı yıllarda.
Stanley Kubrick’in 1964 yapımı Dr. Strangelove filmi bu olasılığı anlatmaktaydı.
Durum böyle olunca 20. yüzyılın en büyük endişesi de insanlığın topyekûn bir nükleer savaşla kendi kendini yok etmesinin önüne geçilmesi oluyordu.
Dünya Barış hareketi, bu kaygının boy verdiği, 1950’li yıllarda ortaya çıkmış ve 1960’larda 70’lerde güçlenerek doruğa tırmanmıştır.
Türkiye’deki barış hareketleri de dünyaya paralel olarak bu sürede gelişmiştir.

***

Kırk yıl kadar, nükleer dehşet dengesi içinde yaşayan insanlığın, topyekûn bir nükler savaş ile kendi kendini yok etmesi tehlikesi, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan süreçle, blokların yok olması, daha doğrusu birinin ortadan kalkarak, ötekisinin tek kalmasıyla, birden bitti.
Ama insanlığın kendi kendini yok etmesi tehlikesi bitmedi, biçim değiştirerek sürdü.
Artık aniden yok eden nükleer savaş tehlikesi yerine, insanlığın üzerinde yer aldığı gezegeni yaşanmaz hale sokarak, kendi sonunu getirme tehlikesi öne çıkmıştı.
Küresel ısınma, ozon tabakasındaki incelme ve yer yer delinmeler, insan yaşamını kökünden etkileyecek bir tehdit olarak karşımıza çıkan, nükleer silahlardan sonraki yeni dehşet öğesidir ve küresel kirlenmenin olumsuz etkileri yaşanmaya başlanmıştır bile.
Yirminci yüzyılın nükleer savaş tehlikesinin yerini 21. yüzyılın küresel kirlenmesi alınca, barış hareketi de, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla doğru çevrecileşerek evrilmeye başladı. Artık anti-nükleer gösteriler yerini çevreci eylemlere bırakıyordu.
Üç gün önce tüm dünya gibi Türkiye’de de insanlar hep “barış”tan, söz ettiler. Ama Türkiye’deki eylem ve söylemler çevreci yanı zayıf kalması dolayısıyla, çağın akımını ne ölçüde tam olarak yakaladılar acaba?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları