İSTANBUL’DA SANAT ENFLASYONU:

04 Eylül 2015 Cuma

Sarılmamış yaralar

Türkiye savaşta, Türkiye kan ağlıyor. Gençler, çocuklar ölüyor. Bombalar patlıyor. Sınır içi sınır dışı operasyonlar sürüyor. Okulları açmıyoruz. İşsizleri görmüyoruz. Yalanı, talanı, soygunu ve de ekonomik krizi saymıyoruz. Göçmenlerin sayısı binlerle, sınırda bekletilenler yüzlerle, denizde boğulanları onlarla sayıyoruz! Kankalar düşman ilan edilirken, “Benden olmayan ölsün” naralarıyla gazetelere baskınlar düzenleyip, yerli yabancı gazetecileri tutukluyoruz! Kimileri bunlar nasıl oya çevrilir diye hesaplarken, kimileri de bunlar olmuyormuş gibi yapıyor... İMDAAAAAT!

Kentin sesine kulak verin
“İmdat” deyip durdum. Soluklandım, kendimi sergilere attım! Şu günlerde İstanbul’un altı üstü sanat, taşı toprağı sanat, suyu sanat, susuzluğu sanat, hoyratlığı sanat, trafiği sanat, yediği, içtiği, soluduğu sanat!
Elbet her zaman gördüğünüzün “sanat” olduğunu anlamayabiliyorsunuz. Zaten “sanat” değil, “iş” deniyor çoğuna... Ya da anlamak için tonlarca yazı okumanız gerekebiliyor. Ama olsun! Kentin ve kalbinizin sesine kulak verip dalın sergilerden içeri.
Ben öyle yaptım Aksanat’daki Louise Bourgeois sergisiyle başladım. (Küratör: Hasan Bülent Kahraman) Bilincime sesleniyordu 20 yüzyılın bu önemli sanatçısı. Kadınlık halleri üzerine; beden, bellek, zaman, mekân ilişkileri üzerine düşünmemi sağlıyordu. Kışkırtıcıydı, irkilticiydi şaşırtıcıydı...
Salt Beyoğlu’nda “Nerden Geldik Buraya” sergisine daldım. Ve öldüm! “Yaşadım ben bunların hepsini! “ diye diye öldüm. (Bu sergi ayrı bir yazı olacak, şimdilik geçelim...)
Bugün Uluslararası Çağdaş ve Modern Sanat Fuarı “Artinternational” açılıyor. Haliç Kongre Merkezinde. 27 ülkeden 87 galeri ve 400 sanatçı! Bu olay ötekiler gibi bir iki ay sürmüyor. Sadece bu hafta sonu: 4-6 Eylül. İki günde gören görür, görmeyenler kaçırmış olur!

Yaşasın İstanbul Bienali
14. İstanbul Bienali başladı! Müthiş iddialı bir küratörün imzasını taşıyor: Carolyn Christov -Bakargiev.
“Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori “başlığı sizi korkutmasın.
Söylemesi kolay da ben şu açıklamayı okuduğumda korkmadım değil:
“Bienaldeki 1.500 eser arasında (...), okyanus bilim tarihi, çevre incelemeleri, sualtı arkeolojisi, Art Nouveau, nörobilim, fizik, matematik ve teosofi tarihinden yapıtlar ve 2015’in başında Carolyn Christov-Bakargiev’in Robert Smithson’ın Büyük Tuz Gölü üzerindeki Sarmal Dalgakıran’ından (1970) topladığı tuz kristalleri de bulunuyor.”
Unutun açıklamaları! İzlediğiniz, bakmakta olduğunuz eserin sizde uyandırdığı tepkileri, düşünceleri, duyguları irdeleyin.
Adı üstünde sizi düşünmeye iten bir bienal bu! Belleğinize uzanan... Kimliğinizi, aidiyetinizi sorgulayan... Aklınızdaki ve gönlünüzdeki soruları çoğaltan... Kendinizle yüzleşmenizi sağlayan...
İstanbul’u yeniden keşfetmeye yol açan...
Kente dağılmış sergiler arasında İstanbul Modern’i dolaşırken dünle bugün, bugünle gelecek arasında gidip geliyorum. Kimi zaman sarılmamış, kapanmamış yaralarım yeniden yeniden kanamaya başlıyor... (Sarkis... Aslı Çavuşoğlu...) Kimi zaman terimin, gözyaşımın tuzu gözlerimi yakıyor... (Lübnanlı Marwan Rechmaoui) Kimi eser yarama tuz basıyor, içimi acıtıyor. (Sanatçıların en genci 1982 doğumlu Nikita Kadan) Kimi zaman öncü bir kadın kahkahası duyuyorum renkler âleminde (Fahrelnissa Zeid) İstanbul tutkuma İstanbul hüznü karışıyor (Orhan Pamuk resim defterleri.)
Bu bienal bir mucize diye diye sürdürüyorum dolaşmayı... Bu mucize, dünyanın ilgisini çekiyor. Yurtdışından 5 bin kadar sanat eleştirmeni, küratör, müze, galeri yöneticisi kente akın etmiş. Bülent Eczacıbaşı 500 bini aşkın ziyaretci bekleniyor diyor...
Dünya bizi hep ölümle, öldürmeyle, işkenceyle, hapisle, baskın ve tutuklamalarla, despotlukla, faşizmle anacak değil ya!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları