Hikmet Çetinkaya

Ölümle yatıp ölümle kalkan bir ülke...

10 Eylül 2015 Perşembe

Bir sonbahar akşamıydı...
Yaşamın derinliğinde yitirdiklerini düşündü. Ürkek bir şafağın uluorta seslenişini yaşadı. Gölgesinde kümelenen sevdanın, umudun, sevginin izdüşümü...
Bir yasemin kokusu yürüdü dudaklarından kirpiklerine doğru...
Vatana feda ettiği oğul gün doğumuna yakın saatlerde uyuyor muydu yoksa nöbette miydi kulede?
Pencereden dışarıya baktı, ağaçlara, gökyüzüne...
Yıldızlar tek tük kalmıştı...
O yasemin kokusu, dudaklardan kirpiklere doğru yayılmıştı ya!
O koku yoktu, çekip gitmişti...
Bir şimşek çaktı içinde, yüreğine bir kor düştü...
Avazı çıktığı kadar bağırdı şafak sökümüne yakın bir zaman diliminde:
“Oğlum benim, yiğidim, aslanım... Sana bir şey olursa yaşayamam ben...”
O saatte, belki o saatte...
Dağlarda, derin vadilerde...
Yollara döşenmiş mayınlı tuzaklarda, bombalarda...
Vatana feda edilmiş, geçiyordu araçlarla!
Mehmet’ler, Fatih’ler, Okan’lar, Uğur’lar, Resul’ler, Cihan’lar, Tayfur’lar...
Renklerle parlayan gece, kurulan hayaller...
Bilmiyorlardı onlar kahpeliğin, zalimliğin zulmüne, vesayetine boyun eğeceklerini...
O çıkar, rant çarkları...
Alçaklık, puştluk!
Bırakın bir yere kasaları, kutuları, zarfları, çantaları, altınları...
Canınız feda olsun onlara, yiyin için zıkkımlanın...
Feda etmeyin o çocukları kör teröre!
Feda edececekseniz eğer birilerini önce kendinizi atın ortaya!
Feda mı eda mı hep birlikte görelim...

***

Gediz Ovası, Turgutlu ve Salihli...
Sıcaktı hava, bunaltıcıydı...
Bir kadın tek katlı evinin penceresini aralayıp göğe baktı...
Bir yıldız kaymıştı o anda...
Feda edilen oğulu düşündü...
Erzurum, Muğla, Balıkesir, Iğdır...
Şehit cenazesinin toprağa verileceği gün, 13 polis kalleş pusuda vuruldu...
Tunceli’de bir polis çocuğunun gözleri önünde!
Ey vicdansızlar, vicdanı kapkara olanlar...
İnsan sevgisinden yoksun olanlar!
Kahpeliğin vesayetinde yaşayanlar!
Kardeş kardeşi öldürür mü?
Lice’de bir Kürt anası, Silopi’de bir Kürt babası...
Adıyaman’da, şehidini gece yarısı yıldızların altında sessiz sedasız toprağa veren Kürt ailenin hıçkıra hıçkıra ağlayıp ağıt yakması.
Ölümlerin ardından yazı yazmak...
Hayata ilişkin bir şeyler söylemek, acıları paylaşmak.
Sevgiye, aşka ilişkin, insanlığa ilişkin bir şeyler anlatmak...
Yazıyla anlatmak kolay değil böyle günleri...
Acıyı bal eylemek!
Bilinmeyen bir zamanı, denizlerin renklerini...
Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgiyi...
Acı nasıl anlatılır, nasıl!
Örneğin teslimiyet üzerinde özgürlük, özgürlük üzerinde teslimiyet...
Vesayet!
Ey iki gözüm, nasıl anlatırsın bunları zalimlerin egemen olduğu topraklarda...
O can pazarını, kini, nefreti, düşmanlığı!

***

Yoksul evlerin pencereleri, kapıları açık...
Umutlarımızı ve geleceğimizi çalanlar, insanlığın sesine yanıt vermekten çok uzaktalar...
Vatana feda edilen evlatlardan şehit düşen 39 yaşındaki Kurmay Yarbay İlker Çelikcan’ın 95 yaşındaki babaannesi Dilber Ana’nın fotoğrafına bir bakın isterseniz...
Ne görüyorsunuz o fotoğrafta?
Yoksul bir Anadolu köylüsü babaannenin vicdanlarımızı sızlatan o hüzünlü, acılı gözlerinin bakışını...
Subay, polis, er, sözleşmeli uzman onbaşı...
Hepsi ama hepsi vatana feda edilen evlatlar!
Yoksul halkımızın çocukları onlar!
Terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur!
Bin kez yazdım, bir daha yazıyorum...
Artık sözün bittiği yerdeyiz!
İnsanlık devreye girmeli, insanlık!
Yüzlere, bakışlara bakın, hiç konuşmayın!
Kelimeler o gözlerde, o acılarda düğüm düğüm oluyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları