Arzu Süzmen

Yeşilçam modası

24 Eylül 2015 Perşembe

Yeşilçam; yıllarca başımızdaki çatı oldun, evimizin üzerindeki dam… Ha bu dam ne şekil bir damdır, orası hayallerimize kalmış. Aşçısı-uşağıyla, görkemli bahçesi, upuzun merdivenleri ve şık hanımefendileri ile bir köşk damı hayal edersen, oradasın. Az zorlasan Belgin Doruk ve Hulusi Kentmen’le beş çayına katılacaksın.

Sevgi dolu, geleneksel, özverili, fakir ama mutlu bir aile çatısı altında olmaksa hayalin, ona da yer var: Adile Naşit, Tarık Akan, Müjde Ar, Münir Özkul sana artık o an sofrada ne varsa sunar.

Hangi çatıyı seçeceğin, senin bileceğin iş…

Yesilçam deyince benim aklıma gelen çam ağacı değildir nedense; bir çınar ağacının altında, Nubar Terziyan’ın şefkatli gölgesinde dinleniyormuş gibi bir hisse kapılırım.

Herkesin Yesilçam’ı kendine. Yesilçam modası deyince; kişinin kendine seçtiği idol de, seçilen çatı gibi farklılık gösterir.

Türkan Şoray elbet Türk sinemasında bir efsanedir. Lakin ben Türkan Şoray ne giyerdi, nasıl yaşardı pek merak etmem de, Türkan Şoray olmaya öykünüp başaramamış artistlerin hayatı çeker ilgimi. Merak ederim kötü adamları, vamp kadınları, arızası olan karakterleri, hani şu meşhur deyişle ‘kaybedenleri’…

YEŞİLÇAM’DA KAYBEDEN OLMAK

Kaybeden olmak her ne demekse? Zengin olamamak mi? Olup da, parayı pulu tüketmiş olmak mı? Alkolik olup bir huzurevinde hayata veda etmek mi? Hayatı boyunca başrol oyuncusu olmayı hayal edip figüranlıkla yetinmek mi? Nedir sahi kaybeden olmak? Onların kaybedip de, diğerlerinin kazandığına verilen hükmün sahibi kimdir?

Cahide Sonku örneğin, bir kaybedenmiş diyorlar. Hadi canım, sende! “Şöhretten sefalete kayan yıldız” imiş, “Cahide Sonku gibi ölmek” diye bir korku varmış. Yeni nesil aktörler, bu korkuyla ceplerini durmadan doldururlarmış. Doldursunlar, belki de esas kaybedendir onlar…

1930 ve 40’lı yılların Hollywood’unda sinema, görsel medya aracı olarak modanın küresel yaygınlaşmasında etkili bir güce sahip olduğunu göstermeye başlamışken, kadınsı bir görüntüye dönüş ile göğüs ve kalçalar vurgulanırken, saçlar yumuşak buklelerle süslenirken, eteklerde katlar ve drapeler kullanılırken, gece yeni keşfedilen metalik lame gibi parlak kumaşlardan hazırlanan kıyafetler parıl parıl parlarken, Cahide Sonku’nun yüksek ökçeli topuklarından şampanyalar içilirmiş.

Marlene Dietrich, Jean Harlow, Greta Garbo, Veronica Lake sahnede fırtına gibi eserken; Yeşilçam’da Cahide Sonku sarı bukleli saçları, yay kaşları, dantelli, fırfırlı, puantiye desenli, döneme göre cesur elbiseleri ile onlardan hiç de geri kalmazmış.

Aslında Cahide Sonku’ya sorulmalı, kendini kaybeden olarak görüp görmediği.

“Ekmeğini gözyaşına banıp da yiyen” Cahit Irgat’a da sormak gerek, Cahide Sonku hakkındaki bu boş lafları. Ne de olsa, adam olana çok bile… Beyoğlu’nda, kırık aynalı bir odada hiç gecelememiş olanlar, Cahide Sonku’yu düşmüş görürler. O ise dimdik ayaktadır, hala.

Ayhan Işık gibi adamlar da ne yazık ki artık ne sinemada, ne gerçek hayatta pek kalmamıştır.

Bir kaytan bıyık, jilet gibi bir takım elbise, ceplerde saten mendiller, briyantinli kara saçlar elbet etkilidir lakin yetmez tek başına efsane olmaya. Ayhan Işık’daki ressamlıktan gelen bir sanatçı ruh gerek yıllar sonra bile hatırlanmak için adama. Ekose desenli cekete gelirsek; isterseniz hiç gelmeyelim oraya. Adam olana yaraşır görüldüğü gibi ekose de zira.

Ayşen Gruda neden ‘domates güzeli’ olsun? Çocukluğunun geçtiği Yeşilköy’ü, “Biz Yeşilköy’de Ermeni, Rum, Musevi ayrımı yapmadan, birlikte yaşardık. Bizim için onlar hiçbir zaman ‘Afedersiniz Ermeni’ olmadılar” Diye anan bir kadının güzelliği tescil gerektirmez.

Tıpkı tek evladını on altı yaşında kaybettikten sonra tüm ülkenin çocuklarını anlattığı masallarla saran Adile Naşit’in güzelliğinin yadsınamayacağı gibi.

Yeşilçam, iyilik ve kötülük; güzellik ve çirkinlik kavramlarını belki de ilk kez sorgulamaya başladığımız mekandır.

Yeşilçam; ‘başımızdaki çatı, evimizin üzerindeki dam’dır. Orada kaybeden olmaz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları