Belki de ‘yaşamadıklarını’ unutmak için mi?

05 Ekim 2015 Pazartesi

Geçen yüzyılın ünlü Alman yazarlarından Erich Maria Remarque’ın Birinci Dünya Savaşı’nda geçen ve dilimize de çevrilen “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” (“Im Westen Nichts Neues”) adlı romanı, şu satırlarla biter: “...ve o günün savaş raporlarında batı cephesinde kayda değer bir şey olmadığı yazılıydı...
Savaşın bitmesine çok az vardır. Romanın kahramanı tam da o gün cephede vurulup ölmüştür.
Ama ‘bir’ kişinin ölümü yüzünden dünyalar yıkılmamıştır. Ve bu sıradan gerçek, o günün raporlarında bu sıradanlığa yakışır bir korkunçlukla dile getirilir: “Batı cephesinde kayda değer bir şey yok...”
Bugün, yani ben bu satırları yazarken, günlerden cumartesi.
Öğlenden sonra evimin bulunduğu Moda-Kadıköy ekseninde bir dolanayım dedim. Yollar, birahaneler, kahvehaneler, meydanlar tıklım tıkıştı. İnsanlar, büyük çoğunlukla da gençler, açık havanın daha bir güzel kıldığı bir günün vaat ettiklerini kaçırmamak peşindeydiler.
Ahmet Hakan evinin önünde öldüresiye dövüleli daha birkaç gün geçmişti. Doğu ve güneydoğudaki gencecik insanlar öleli daha hiç gün geçmemişti – çünkü bugün de ölüyorlardı. Tıpkı yarın da, öbür gün de, daha öbür gün de ölecekleri gibi.
Ama bizim “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kitabına göre şarkta kalan ülkemizde de ‘kayda değer’ bir şey yoktu.
Güzel, güneşli bir havada yolları dolduran, evlere sığmayan insanlar, her an sergiledikleri coşkularıyla soludukları havayı yıllardır dolduran ölümü, bütün ölümleri sanki görmezlikten gelme peşindeydiler.
Dikkat edilsin, ‘ölümü yadsımak’ demiyorum – ‘ölüme karşı çıkmak’ diye bir söylem kullanmak ise aklımın kenarından bile geçmiyor. Çünkü ikisi de, yani ölümü yadsımak da, ve hele hele ölüme karşı çıkmak da bilinç ürünü eylemlerdir.
Bugün karşılaştığım, çoğu genç insanlar ise bu bağlamda bir ‘sıfır farkındalık’ içersinde sadece ömür tüketiyorlardı.
Mola verdiğim kitapçıda, kapıya yakın bir koltuğu mekân tutmuş olan dünya güzeli tekir, sanki uykusu kaçmış bakışlarını camdan dışarıya dikmişti. Yerdeki kabın içinde onu bekleyen mamasını bile unutmuş, geçip giden, hiçbir yere gitmeyen, bakışlarını –belki bir hoşa gitmeze saplanır diye!– hiçbir yere dikmeyen insancıkların ne yaptıklarını çözümlemek peşindeydi.
Neydi onca zamandır ölümlerle ağırlaşmış, öldürmelerle zehirlenmiş bir havayı solumakta olan, seslerinin artık insan sesi olmaktan çoktandır çıktığını unutup kahkahalar atan bu insanların istedikleri?
Neydi asıl unutmak peşinde oldukları?
Ölüm mü, yoksa ne yaparlarsa yapsınlar, artık birer insan olarak yaşayamadıkları mı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları