Kurban Psikolojisi

15 Ekim 2013 Salı
Şu anda bir çocuk, günlerdir bahçede,
balkonda, apartman aralığında elleriyle
beslediği bir hayvanın gözlerinin bağlanışını
ve boğazının kesilerek öldürülüşünü
seyrediyor.
Az sonra yere akacak olan kan alnına
sürülecek.
Ve kaderleri işaretlenecek.
Etobur insanın, değil diğer canlı türlerini,
birbirini yemesi bile doğal.
Kucağımıza alıp başını sevdiğimiz o ufacık
kuzuyu, fırında da seviyor olmamız, bizi
kurban bayramında koç kesmemizden daha
masum kılmıyor.
Sadece iştahımız bile, o çok eski
zamanlarda hayatımıza hâkim olan
vahşiliğin yeni ehil dünyamızda da varlığını
sürdürdüğünün kanıtı.
Daha da fenası, gözümüzle görmediğimiz
vahşet, vahşet değildir diye diye yaşıyoruz.
Küçücük teknelere doluşup doğduğu
topraklardaki savaşlardan ve yoksulluktan
kaçan insanların boğulduğu sularda neşeyle
yüzebilmemiz hep bundan.
O yüzden hayvan kanı akıtarak kâh karnını
doyuran, kâh varlığını anlamlandıran insanı
anlamak kolay.
Hatta öldürdüğü düşmanının ciğerini
çıkarıp yiyen savaşçıyı bile anlamak
mümkün.
Benim anlamadığım, bir tür insanın
içindeki vahşinin, diğer türün içindeki
kurbanı uyandırıp ona hükmetme yeteneği.
Amerikalı psikolog Martin Seligman,
“İnsan ne yaparsa yapsın var olanı
değiştiremeyeceğine inandırılırsa,
sonuçta çaresizliğe ikna olur ve hiçbir şey
yapmamayı tercih eder” diyor.
Çaresizlik, öğrenilen bir şey ve bazı
insanlara bu çaresizliği öğreten doğa değil,
türdeşleri.
İnsanlar hayvanları avlamaya başladıkları
zamanlarla aynı zamanlarda birbirlerini
avlamayı da öğrendiler.
Tarihi insanlık tarihiyle yaşıt olan kurban
törenleri, aslen tanrıları memnun etmek için
değil, insanları adam etmek için düzenlenir.
İnsan bu törenlerden iki temel şey öğrenir.
Kendini tanrılarla özdeşleştirirse, güçlü
olanın almadan vermeyeceğini ve her
şeyin bir bedeli olduğunu; kendini kurbanla
özdeşleştirirse de güçlü olana kayıtsız
şartsız boyun eğmekten başka çare
olmadığını.
Her iki durumda da kurban kültürü,
insanın insana efendiliğini akılcılaştıran
kutsal bir dile dönüşür.
İktidar hükmedeceği tebaaya bu dili
öğretmek için önce onun kendine güvenini
yıkar.
Kadınlar güçsüz olduklarına inandırılır.
Yoksullar hep yoksul kalacaklarına ikna
edilir.
Azınlıklar az olmanın bir eziklik olduğuna
alıştırılır.
Farklılar kendileri bile farklılığın pürüz
sayıldığına kanar.
Birilerini yönetmek için onları önce
kaderin varlığına inandırmak gerekir. Bu da
dinlerin vazifesidir.
O çocuk, az önce alnına kan sürülen...
Eğer o hayvanın gözlerinin, boynu
kesilirken neden bağlı olduğunu hiç
düşünmezse, kadere inanacak ve başına
gelen her şeye, gözlerini kaçıra kaçıra
katlanması gerektiğini öğrenecek.
Ama, rastlantı eseri hayvanın neden
gözlerinin bağlı olduğu aklına bir takılırsa...
Kendi kaderini de, hayvanın kaderini de
değiştirmek isteyecek.
Kadere inanmak kölelik demektir.
Rastlantılara inanmaksa özgürlük...


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları