Vefa duygusu

10 Ekim 2015 Cumartesi

Amerika Birleşik Devletleri North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde bilimsel çalışmalar yapan Prof. Dr. Aziz Sancar, “DNA onarımı” çalışmasıyla 2015 Kimya Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Prof. Dr. Sancar, 300’e yakın bilimsel makale ve bu makalelere yapılan 12 binden fazla atıfla bilimsel araştırmada eşine az rastlanır bir başarıyı temsil ediyor. 2005 yılında Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne, 2006 yılında da Türkiye Bilimler Akademisi’ne Asil Üye olarak seçilmişti.
Değerli bilim adamı bu önemli ödülün kendisine verildiğini duyunca şu açıklamayı yaptı: “Kendim ve memleketim için çok sevindim. Çünkü bana çok güzel öğretim veren kendi memleketimdir. Bana olağanüstü tıp eğitimi verdi ve o buradaki başarımının kaynağı oldu. O bakımdan anavatanıma çok minnettarım. Bütün Türk milletine sevgi ve selamlarımı iletiyorum.”
Bu toprakların bir insanı olarak duygulanmamak elde değil. Benzer duyguları Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında da duymuştum. Nobel Ödülü’nü kazanmak kolay değil. Uzun yıllar verilen emeklerin çok yüksek düzeyde bir karşılığı olan bir ödül.
1. Fizik, kimya, fizyoloji veya tıp alanlarında çok önemli buluşlar yapan kişilere;
2. Edebiyat alanında en soylu ve en içten ideali örnek alarak meydana getiren eserlerin yazarlarına;
3. Halklar arasında kardeşliğin gerçekleştirilmesi, orduların kaldırılması veya sayısının azaltılması, barış kongrelerinin yapılması ve yaygınlaştırılması için en çok çalışan kişilere veriliyor.
Prof. Dr. Aziz Sancar, Mardin-Savur doğumlu bir yurttaşımız. 8’i öz, 2’si üvey 10 kardeşten biri. Okuma yazma bilmeyen, fakat çocuklarını okutmakta kararlı bir anne-babanın oğlu. ABD’de yaşamasının nedeni ise kendisine orada daha geniş bilimsel olanaklar tanınması.
Bizim insanlarımız çok tuhaf! Kendilerinden birinin başarısına sevineceklerine, bu başarıdan kendilerine de bir övgü payı çıkartacaklarına bu insanın Kürt mü, Türk mü, Arap mı olduğunu tartışıyorlar. Öyle olsa ne olur, böyle olsa ne olur? Kişinin etnik kimliği bu kadar önemli mi? Orhan Pamuk da Nobel Ödülü aldığında ortalık ipe sapa gelmez tartışmalardan geçilmez olmuş, yazarın ne Türkçesinin bozukluğu, ne Yahudi dostu olması, ne soykırımcılığı ne de Kürtçülüğü kalmıştı. Sonuçta elbirliğiyle Orhan Pamuk’un ülkemizi terk etmesi başarılmıştı! Ne yazık ki pek az insan dışında çoğunluk, Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü’nü almasının ülkemiz edebiyatının ve edebiyatçılarının dünyaya açılmasında belirleyici bir eşik olduğunun farkına varmamıştı.
Salt bilim ve edebiyatta mı? Finalleri 31 Mayıs ve 30 Haziran 2002 tarihleri arasında Güney Kore ve Japonya’da gerçekleşen 17. FIFA Dünya Kupası’nda “Dünya 3.’sü” olan ulusal futbol takımımızın teknik direktörü Şenol Güneş’i hayattan bezdirmek için elimizden geleni ardımıza koymamış, bu değerli futbol adamının ne kravatının uyumsuzluğu, ne üzerindeki giysilerin “basitliği” ne de karizmatizm yoksunluğu kalmıştı!
4 Ekim 1936’da, İstanbul’da, bir Rum ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, 1959’da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirip 1965’te doktora derecesini aldı. 1965-1968 arasında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Ionna Kuçuradi’nin ABD Boston’da yapılan bir toplantı sonucu Dünya Felsefe Federasyonları Başkanlığı’na seçildiğini, onun bu göreve seçilen ilk Türk ve ilk kadın olduğunu kaçımız biliyor? Şimdi oturup 2001 yılında Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasını sağlayan bu bilim insanının Rumluğunu, Türklüğünü mü tartışacağız?
Bize bu ülkenin insanları olarak iyi duygular yaşatan bu insanlara karşı hiç mi vefa duygumuz yok? Yazımı yine bir İstanbul Rum’u, 2008 yılında yitirdiğimiz Heybeliada doğumlu bilim insanı Doç. Dr. Kriton Dinçmen’in sözleriyle noktalayayım: “Ben vefa’yım. Korkmayın, sizi esir almayan bir borçtur vefa. İnsandaki karar serbestisini bozmayan, aklınızı çelmeyen, sizin insan olma gururunuzdan bir şey çalmayan, kişiliğinizin yapısından ödün vermenizi istemeyen bir borçtur. Sizi insan yapan bir borçtur.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları