Prof. Sancar’ın Anımsattığı Öğrencilik Yılları...

10 Ekim 2015 Cumartesi

60 küsur yıl sonra içtenlikle itiraf edeyim ki kimi öğretmenlerimin ne adını ne de soyadını biliyorum. Yıllar sonra öğrenmeye çalıştım ama artık bilen ve anımsayan kalmamıştı.
Haydarpaşa Lisesi’nde İngilizce öğretmenimiz Kaptan, coğrafya öğretmenimiz Kasap, Fransızca öğretmenimiz Bobstil’di.
Matematik öğretmenimiz o yılların Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı’na benzediği için Molotof diye anılırdı. Kimilerinin takma adları da biraz belden aşağıydı.
Adını, biz öğrenciyken ayrılıp Teknik Üniversite’ye geçtikten yıllar sonra, dekan olduğu haberi çıkınca öğrenebilmiş, yine de “Aaa... Bu bizim Molotof” diye tepki vermiştim. Şimdi kendimi zorladım ama yine de çıkaramadım. Üç kimya öğretmenimiz oldu. İlk öğretmenimiz Uskumru’ydu. İncecik, orta boylu, saçları ve bıyıkları kırlaşmış, kıranta diye nitelenen bir görünüşü vardı.
Adını zar zor Mehmet Köprülü olarak anımsıyorum. Söylendiğine göre Erenköy İstasyonu dolaylarında da eczanesi vardı.
Yıllar önce bir röportajda da yazmıştım (13 Kasım 1963). Amerika’da öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Ethem Vassaf’ın bir gelişinde yeni yeni gündeme düşen “uykuda öğrenme” konusunu konuşmuştuk.
Uskumru öğretmenimiz kimi kimya derslerinde anlaşılması o dönemin gençleri için oldukça zor ayrıntıları anlatırken, donuk gözlerle izlememizi, “Çocuklar koyun gibi bakıyorsunuz, uyuyorsunuz” diye nitelendirirdi. Röportajda öğretmenimize bu nedenle takılma küstahlığında bulunup, “Hocam demek ki uykuda öğreniyormuşuz” gibisinden cümleler kurmuştum.

***

Prof. Aziz Sancar’ın Kimya Nobeli’ni aldığını öğrenince mutluluktan gevşeyip gençlik yıllarıma döndüm.
Ayıptır söylemesi ben de biraz kimya meraklısıydım. Bahçekapı’da Ticaret Borsası’nın bulunduğu sokaktaki kimyevi maddeler satan mağazaya gider, çeşitli eczalar, asitler, pipetler, tüpler alır, mutfaktaki pompalı gaz ocağının başında deneyler yapardım. Pamuk barutu yapıp, boşalmış alüminyum ilaç tüplerinden pamuk barutu doldurup füze yapma girişimim de olmuştu ama fırlayıp şakağıma vurduğunda korkmuş, gözümü kurtardığıma şükretmiştim.
Uskumru Hocamız bir derste iyonlaştırmayı anlatmış, ardından da cebinden, şimdi rastlanması olanaksız büyüklükteki sokak kapısı anahtarını çıkarıp, “Bunu kaybedebilir miyim?” diye sormuştu.
Kimseden ses çıkmadı ama ben çekinerek atıldım: “İyonlaştırırsanız Hocam” deyiverdim. Soru bu kez bana yöneldi: “Numaran kaç?” Söyledim. Not defterini çıkardı. Numaramın yanına ya bir şey yazdı ya da işaret koydu. O dersten sonra hiç sözlüye kalkmadım. Sıra bana geldiğinde, kalkarken, “Ha, sen misin! Otur” demeyi sürdürdü.

***

Ben de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’na girinceye kadar (1973) Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri’ne aday oldum. Ödüller aldım.
Ama itiraf edeyim ki inceleme ödülleri dışında “iki kere ikinin dört ettiği” bir dal yoktu.
O nedenle Prof. Sancar’ın ödülünün öteki Nobel’lerden çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kişisel tercihler, konu ve güzel Türkçeden çok, kanıtlanmış somut veriler söz konusu oluyor.
Sancar’ın ödülü, bilimin yok sayılmaya çalışıldığı süreçte ilaç gibi geldi.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları