Celal Üster

Birbirini bütünleyen aymazlıklar

18 Ekim 2015 Pazar

Gazetemiz yazarı ve Türkiye PEN’i başkanı Zeynep Oral, 15 Ekim’de yapılan Uluslararası PEN başkanlık seçiminin üç kadın adayından biriydi. Gerçi Oral seçilemedi; ama seçilecek üç adaydan biri olması, Türkiye gibi bırakın ifade ve düşünce özgürlüklerini, yaşama özgürlüğü ve hakkının bile yok olmaya yüz tuttuğu bir ülke açısından çok anlamlıydı.
Seçim öncesinde öteki iki aday, Meksika PEN’inden yazar Jennifer Clement ile Sırbistan PEN’inden tiyatro yönetmeni ve yazarı Vida Ognjenoviç kendi ülkelerinden büyük destek gördüler.
Bizde ise, AKP’nin, başına İdil Biret’in Topkapı Sarayı’ndaki konserine düzenlenen saldırıya destek vermesiyle böbürlenen bir kişiyi getirdiği “Kültür” Bakanlığı, olayı tümüyle görmezden geldi.
Diyeceksiniz ki, en küçük bir eleştiriye katlanamayıp davalar açtıran, TV kanallarını kapattıran, 102 kişinin can verdiği bir bombalı saldırı konusunda haber yasağı getiren bir yönetimin “Kültür” Bakanlığı’ndan ne bekliyordun?
Haklısınız, böylesi bir bakanlık, Oral’a destek vermek şöyle dursun olayı görmezden gelmekle yapabileceği en iyi işi yaptı!
Peki, medyaya ne dersiniz? Kendini AKP iktidarına adamış, ondan beslenen, tekmil baskılara arka çıkan gazeteleri, TV kanallarını bir yana bırakalım, muhalif saydığımız gazeteler ve TV’ler, hatta siyasal partiler ve kuruluşlar ne ölçüde ayırdına vardılar Oral’ın Uluslararası PEN başkanlığına adaylığının anlamının?
Türkiye olağandışı günler yaşıyor, bu denli sıcak bir ortamda PEN başkanlığı adaylığı yeterince ilgi görmemiş olabilir diyenler çıkabilir.
Ne ki, Oral’ın, 1920’lerden beri tüm dünyada yazarların ifade özgürlüğünü savunan, hem de çok etkili bir biçimde savunan uluslararası bir örgütün başkan adayı olması, tam da böyle bir ortamda daha da büyük bir önem kazanmıyor muydu?
Oral’ın PEN başkanı seçilmesi, ulusal futbol takımımızın Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkını kazanmasından daha büyük bir başarı olmayacak mıydı?

***

Ulusal futbol takımımızdan söz açılmışken, Konya’daki Torku Arena’da meydana gelen aşağılık “protesto”ya da değinmek isterim.
Bu stadyumda Hollanda’yı yendiğimiz maçta, Başbakan Davutoğlu, tribünde bir şehit çocuğunu yanına alarak, siyasal istismarcılığın benzersiz bir örneğini vermiş, çocuğun olup bitenden habersiz şaşkın ve ürkek bakışları belleklere kazınmıştı.
Çok geçmedi, bu kez, başkentte 102 barış savunucusunun can vermesiyle sonuçlanan bombalı saldırının hemen ardından İzlanda maçı oynandı aynı statta.
Ve maç başlamadan yapılan saygı duruşu sırasında, seyircilerin hiç de azımsanamayacak bir bölümü bu insancıl davranışı danalar gibi böğürüp tekbir getirerek bastırmaya kalkıştı.
Ne yazık ki, ulusal takımın Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve İzlanda’yı art arda yenerek Fransa’ya gitmeye hak kazanması, böylesi bir vicdansızlığın gölgesinde kaldı.
Vicdana en çok gereksinim duyulan anda, Torku Arena’da, vicdan tümüyle yok oldu.
Torku Arena’daki iki maçtan geriye iki görüntü kaldı:
Politik rant uğruna bir şehidin çocuğunu teşhir ve istismar eden Davutoğlu ve barış uğruna can verenler için düzenlenen saygı duruşuna bile katlanamayan vicdansızlar...
Birbirini olanca yüz kızartıcılığıyla bütünleyen iki görüntü...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları