Yaralı devin uğruna...

23 Ekim 2015 Cuma

En sevdiğim yazılarından birinde güzel gemileri anlatmıştı Çetin Altan...
“Arkasında kabara kabara taşan köpükler saçan süt beyaz gemileri...” “Endamıyla, serenleriyle, dalgalanan bayrağıyla o gemilere nasıl hayran kaldığımızdan” söz etmişti:
“Gemide olmak değil, gemi olmak geçer insanın yüreğinden” demişti.
Ama devamı vardı:
“Birden girsek o geminin kazan dairesine... 55 derece sıcakta canavar gibi yanan bir ocak... Sıra sıra mazot ve hava regülatörleri... Yarı beline kadar ter içinde çıplak çarkçılar... Dik basamaklar... Keskin makine kokusu... Ne deniz, ne köpük, ne gökyüzü...”
“İşte oradadır o uzaktan uzağa hayran kaldığımız geminin hayatı... Herkesin içinde bir cehennem vardır. O cehennem yüzdürür gemileri...
Cehennemi olmayan gemiler, ne kadar süslü olsalar da yüzemezler.”

***

Bir cehennem vardı Çetin Altan’ın içinde...
Bizim imrenmeyle karışık bir hayranlıkla okuduğumuz o efsunlu yazıları üreten beynin kazan dairesinde, soruşturmalar, davalar, dayaklar, yasaklar, mahpusluklar, kıskançlıklarla tırmalanmış bir hayatın öfkeli ocağı yanıyordu.
1946’tan beri mütemadiyen ve mükemmelen işleyen o motor, habire harlanan bir yangının içinden geçerken “Şeytanın gör dediği”ni görmüş, sonra onu “Taş”lamış, o yüzden bolca taşlanmış, gün gelmiş taçlanmıştı.
Cenneti bekleyerek bir cehennemde yaşadı Çetin Altan...
Paradoks belki ama yazıları, romanları, oyunlarıyla bize sunduğu cennetin ilhamı, ülkesinin ona yaşattığı cehennemde saklıydı.

***

Sohbetine tanık olanlar, yazılarını okuyanlardan daha şanslı... Çünkü sofraya oturdu mu, koca bir ömrün imbiğinden süzdüklerini, bir yanardağ patlamışçasına püskürtürdü ortaya...
Söz nasıl olup da bu topraklarda hatalı sünnet yüzünden güdükleşen hayatlardan II. Mahmut’un reform çabalarına gelmiş, oradan nasıl yol bulup da kozmosun sırlarına geçmiş, anlayamazdınız.
Yer yer şiire bulanan bu sözcükten havai fişek gösterisi, bir süre sonra yerini ümitle bedbinliğin mucizevi valsine bırakırdı.
“Bir lanetliler bahçesi Türkiye” derdi, içindeki cehennemi konuştururken...
Sonra ağızlığını emerken iyimserliğin ışığını yakardı:
“Zulmün iktidarını kuranlar, bir gün o müze-bahçede sergilenecek; insanlık bakıp ders alacak” diye tamamlardı lafı...
Billur kahkahalarla noktalardı.

***

88. yaşına girerken bir yazı istedik kendisinden...
Epeydir yazamıyordu, bizi kırmadı.
Yolladığı yazının ilk cümlesini okur okumaz, içindeki cehennemi gördüm:
“Artık anlaşılıyor ki, ülkeme demokrasiningeldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan...” diye başlıyordu.
Bizim kuşağı “enseyi karartmayın” tembihiyle yetiştirmiş bir usta için ne ağır itiraf, ne hazin final...
Ama sonraki cümlelerde kolumuza girip bizi güverteden kazan dairesine doğru götürüyor, kendisi de bohem yazar kostümünü çıkarıp ter içinde çıplak bir çarkçıya dönüşüyordu sanki:
“Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. O devin yaralarının iyileşeceğine inancımı hiç kaybetmedim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak.”
Nasıl?
Hayalle... Ümitle... Mücadeleyle... Sonunda amaca ulaşamasak da “Daha iyi bir dünya için fena mücadele etmedik” diyebilmenin yorgun tebessümüyle...

***

Çoğalan tebessümlerle kurtulacak bir ülke hayali, Çetin Altan’a yaraşırdı.
Hayalini kurdu; ülkeyi kurmayı bize vasiyet etti.
Onu, arkasında kabara kabara köpükler taşıyan bir süt beyaz gemiyle sonsuzluğa uğurlarken, onyıllarca sabırla, ustalıkla, kahırla sırtladığı yaralı devi hevesle devralıyoruz.
Bir gün, ayaklarının üstünde duracağına inancımızı hiç yitirmeksizin...
Onu yıllarca sabırla sırtlayanları hiç hatırdan, gönülden düşürmeksizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları