Hikmet Çetinkaya

Güle güle Çetin Altan...

23 Ekim 2015 Cuma

Çetin Altan’ı 60’lı yılların başında tanıdım. Tanıştıran Aziz Nesin’in büyük oğlu olan okul arkadaşım Ateş Nesin’di...
TİP (Türkiye İşçi Partisi) kurulduktan sonra sosyalist hareketin içinde onunla birlikteydik...
70’li, 80’li yıllarda içki sofralarındaki sohbetlerde kimler yoktu ki!
İlhan Selçuk, Çetin Altan, Fikret Otyam, Ahmed Arif, Oktay Akbal, Onat Kutlar, Ahmet Piriştina, Behice Boran, İlhami Soysal, Sadun Aren, Rutkay Aziz ilk aklıma gelenler.
Bizim 68 kuşağı İlhan Selçuk ve Çetin Altan’a çok şey borçludur...
İlhan Selçuk 2010 yazında, Çetin Altan’ı 5 yıl sonra yağmurlu bir sonbahar sabahında kaybettik.
Bu yıl önce Cüneyt Arcayürek’i ardından Otyam ve Akbal’ı...
Bugün yazı günüm değil ama yazmak istedim...
1965’te TİP milletvekili olarak Meclis’e giren Çetin Altan, kürsüden nasıl seslenmişti:
Nâzım Hikmet dünyanın en büyük şairidir!”
Bir linç kampanyası başlattı gerici-faşist güçler...
Kana kan intikam duyguları tıpkı bugün yaşadıklarımızın bir benzeriydi...
Zor yıllardı zor!
İlhan Selçuk ve Çetin Altan...
İki dost, arkadaş...
1980 sonrası yıllarda düşünceleri farklıydı, yolları ayrılmıştı ama birbirleriyle hiç dalaşmadılar, kötü söz söylemediler, bir dost, arkadaş, kardeş olarak kaldılar.

***

İlhan Selçuk’un 29 Aralık 1997’de yazdığı yazısının girişi şöyleydi:
“Koğuşun kapısı açıldı.
O da ne?
Karşımda Çetin Altan:
- İlhan, dedi, ben geldim.
Çok sevinmiştim:
- Şükür kavuşturana, hoş geldin!...
Ne münasebetsiz bir karşılama!
Yıl 1971...
İstanbul Maltepe Tutukevi’nde Çetin’le buluşturan sıkı yönetimdi.
Başında kasketi, duman rengi gözlükleri, elinde bavuluyla ayakta dikilen Çetin’in arkasında çavuş duruyordu. Sevinç çığlıklarıyla kucaklaştık. Koğuştaki devrimci gençler heyecanlanmışlardı; ünlü Çetin Altan’la aynı mekânı kim bilir kaç gün paylaşacaklardı.
Koğuş neşelendi...
Çetin bir köşeye ilişmeden konuşmaya başladı; başından geçenleri anlatıyor, kahkahalar patlatıyordu.
Çaylar geldi.”
Hayat satranç tahtası gibi bir şey...
Üstü örtülen renkler ve çizgiler, siyah ve beyaz.
İnsan belleği, tortusu dibe çöken su gibi zamanla duruluyor, unutulmuş bir ayrıntı, umulmayacak bir zamanda anımsanıyor; üstü örtülen renkler ve çizgiler beliriyor.
Kazananlar hep siyahlar oluyor...

***

Aslında özgürlük “bir avuç mavi gökyüzü” gibiydi değil mi Çetin usta...
Aşk, sevgi, kardeşlik, dostluk, beraberlik...
1952 yılında Ulus’ta küçük fıkraları, öncesi muhabirliği...
Köşe yazılarında kabına sığmayan, gözü karalığı, boyun eğmemesi... Şöhretinin doruğunda siyasete girmesi, uyku durak bilmez hırçınlığı, umutları, sevdaları...
İlhan Selçuk, Çetin Altan’ı şöyle anlatmıştı 1969 yılındaki bir yazısında:
“Çetin, kimi zaman bir beyaz bulutun peşinde koşar kimi zaman balık pişirir.
Marksizmin yeni yeni koşullarını araştırırken bakarsınız Boğaz’ın sularında kürek çekmektedir.
Tütün sömürüsüne daldıktan sonra Çankaya’da Ankara göğünün yıldızlarını saymaya kalkar.
Köylülerle sohbet ederken bir güzel şiirin dizelerinde kaybeder kendisini.

Pikapa bir plak koyar, sonra Rosa Luxemburg’un olağanüstü hayatını düşünür.
Divan edebiyatından bir dizeden Türk sosyalizmine bir nükte düşürür.”

***

Kendi çilesini, öyküsünü daktilonun tuşlarıyla yazan Çetin Altan’ı yitirmenin derin acısı içindeyim...
60’lı, 70’li yıllarda tüm karanlık güçler onu ezmek, çamurlara bulamak, hayatını yok etmek için çabaladılar.
Pusu kurdular, karaladılar!
Yılmadı, direndi!
Tek amacı yazı yazmak, yazarken ölmekti...
Köşesine sahiplenen, hırçın, gözü kara, Meclis’le Babıâli arasında salıncak kurmuş afacan bir çocuk gibiydi o!
Güle güle büyük usta!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları