Olaylar Ve Görüşler

‘Kümesteki hazır kaz’ mı?

27 Ekim 2015 Salı

Emeklilerin yanı sıra asgari ücretli de seçimden ötürü siyasilerin gözdesi oldu.

AKP asgari ücreti bin 300, CHP bin 500, MHP bin 400, HDP ise 2 bin liraya çıkarılması sözünü verdi, vaatleri seçim beyannamelerinde yer aldı. Eğer bu sözler yerine getirilirse asgari ücretle çalışan yaklaşık 5 milyon işçi yılbaşında yüzde 30-50 arasında bir zam alacak gibi.
Eğer bu sözler unutulmaz, ötelenmezse kasım ayı sonu veya aralık ayı başında toplanacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda bu kez işçiyi sevindiren bir karar çıkabilir.
On beş kişiden oluşan komisyonda işçinin muhalefetine karşın, hep hükümet ve işverenlerin işbirliği ile açlık sınırının altında kalan bir asgari ücret saptanıyor. Kanıksanan bu senaryo yıllardır komisyonda sergileniyor.

Komisyon işçiye karşı mı?
Yakınmalara neden olan asgari ücretin düşük saptanmasında TÜİK’in önerdiği rakamlar ile dört kişilik ailenin harcama kalıplarının komisyon tarafından dikkate alınmaması önemli rol oynuyor.
Komisyon işçinin taleplerini görmezden geldiği gibi Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) önerdiği rakamı değerlendirmiyor, tek işçinin harcama kalıplarını esas alıyor.
Nitekim komisyon geçen yıl TÜİK’in “asgari ücret bin 425 lira olmalı” görüşünü dikkate almayarak, bu yılın her iki 6 ayında uygulanan ücreti önerilen rakamın çok altında belirledi. İşçinin eline daha fazla para geçebilmesinin bir yöntemi de asgari ücretin vergi dışı bırakılması.

Vergi kesintisi
Belirli aralıklarla siyasiler tarafından gündeme getirilen asgari ücretten vergi kesintisi yapılmaması durumunda bu ücretle çalışanların eline bir miktar daha fazla para geçecektir.
Geçen yasama yılında Meclis’te temsil edilen tüm siyasi partilerin asgari ücretin vergi dışı bırakılmasında uzlaşma sağladığı haberleri medyada yer almıştı. Ne ki sağlanan uzlaşma nedense bir türlü yasa olarak hayata geçirilemedi. Maliye Bakanlığı çalışana, emekliye yapılması düşünülen yüksek oranlı zamda olduğu gibi buna da olumsuz yanıt verdi.
Bakanlık, asgari ücretten vergi alınmaması durumunda vergi gelirinde önemli oranda düşüş olacağı gerekçesiyle bu öneriye sıcak bakmadı. Öyle ya hiçbir zahmete katlanmadan peşin vergi kesiliyor, diğer işçi, memur ve çalışanlar gibi asgari ücretli de “kümesteki hazır kaz” olarak görülüyor. Oysa asgari ücretin vergi dışı bırakılması ile oluşacak vergi açıklarını gidermek için öylesine çok kaynak var ki. Örneğin kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, kaçırılan, ödenmeyen vergi ve sigorta primlerinin tahsilatı gibi.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun daha önce aldığı karar uyarınca 1 Temmuz’dan itibaren uygulanan ücret halen brüt bin 274 lira. Bu ücretten 72.29 lira gelir vergisi, 9.67 lira damga vergisi olmak üzere 82.5 lira vergi kesintisi yapılıyor. Eğer asgari ücret vergi dışı bırakılsaydı bu ücretle çalışan işçinin eline 82.5 lira daha fazla para geçecekti. Bu para az olsa da net bin lira alan asgari ücretlinin aylığında yüzde 8.5’a yakın artış demektir. Brüt asgari ücret arttıkça vergi dışı kalan miktar da artacağından emekçinin eline daha fazla para geçecektir.

Sözünde durmak
İddia edildiği gibi çok fazla gelir kaybına yol açmayacak bu uygulamanın hayata geçirilmesi ile 5 milyon emekçinin bütçesine katkı sağlanacaktır. Asgari ücretle çalışan emekçiler siyasilerden sözlerini tutmalarının yanı sıra vergi dışı bırakılmasına ilişkin yasanın çıkarılmasını da bekliyor.
Bu düzenleme ile birlikte zam sözü de yerine getirilirse önümüzdeki aylarda toplanacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan 2016 yılında işçiyi hoşnut edecek bir karar çıkabilir. Tabii öncelikle siyasilerin sözlerinde durması gerekiyor.

ŞÜKRÜ KARAMAN Gazeteci

 

-

 

Kendi otomobilini yaratmak

 

Yazımın başlığı ile bir siyasetçinin isteği arasında bağlantı var gibi gözükse de bu bir yanılgıdır. Bu yazının konusu bir siyaset adamının popülist amaçlarını desteklemekle ilgisi yoktur. Tam tersine ülkenin çıkarları için bilimsel çalışmaların ortaya çıkardığı sonuçları sizlerle paylaşmaktır.

Önce konuya ülke imajı ile ulusal otomobil markası arasındaki ilişkileri ele alarak girmek istiyorum. Bu konuda bilimsel nitelikli değişik çalışmalar yapıldı. Ülke spesifik imaj konusu ile otomobil markası arasındaki ilişkileri inceleyen bilimsel çalışmalarda elde edilen sonuç, ulusal otomobil markası olan ülkelerin imajının güçlendiğini ortaya çıkarıyor.
Yani otomobil markası olan ülkeler ve ülke imajı arasında doğru orantılı bir ilişki mevcut. Ülke imajının artması ise ülkenin diğer ürünlerine ve markalarına karşı duyulan talebi de artırdığını ortaya koydu. Bu sonuç daha önce yapılan ve kaynak ülke fenomeni adını verdiğimiz (country of origin phenomenon) konusu ile de doğrudan ilgili.

Mal ve ülkenin imajı
Yani bir ülkenin ülke dışındaki imajı olumlu ise o ülkede üretilen mallara ve markalara karşı duyulan dış talep de olumlu. Otomobil markası ise “en pahalı tüketim ürünü” olduğu için insanlar otomobil alırken çok dikkatli olurlar ve çoğu kez ailenin tüm fertleri otomobil konusunda tıpkı ev alımında olduğu gibi satın alma ile ilgili karara katkıda bulunurlar. Bu karar ile ilgili her aşamada ülke imajı ile otomobil markası birlikte anılır. Markanın imajı iyi ise ülkenin imajı da iyi algılanır. Proton’dan sonra Malezya’nın, Hyundai’den sonra Güney Kore’nin Tata ile de Hindistan’ın ülke imajlarının arttığı bir gerçek. Unutmamak gerekir ki bu ülke dışarıda tanıtım ve imaj yaratma konusunda milyarlarca dolar harcıyor. Niye ülkenin otomobil markası konusunda teşvikler ve destekleme uygulamaları yapmasın.

Bir araştırma
Amerika’nın ünlü danışmanlık kuruluşu Booz&Co. tarafından yayımlanan “Strategy&Business Exclusive” isimli internet dergisinde dünya otomobil endüstrisinin geleceğine yönelik bir araştırma yayımlandı. “Oto Endüstrisinin En Güzel Yılları Henüz Gelmedi” başlığı altında. Ronald Haddock ve John Jullens tarafından yapılan bu araştırmada yazarlar kişi başına düşen gayri safi milli hâsılanın 10 bin doları bulduğu ülkelerde otomobile olan talebin patladığına dikkat çektiler. Booz&Company, raporunda otomobil piyasasının gelecek 10 yıl içinde 3 büyük gruba ayrılacağı öngörülerek dünya otomobil talebinin 2018 yılında 715 milyon olacağını ortaya koydu. Rapor, ülkeleri 3 gruba ayırıyor otomobile olan talep bakımından. Bu gruplar şöyle:
1-Çok hızlı gelişen ekonomiler: Bunlar arasında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve daha sonra da Malezya, Arjantin, Meksika, Türkiye ve Tayland ile İran ve Endonezya var. Bu ülkelerde milyonlarca aile alacakları ilk otomobilin hesaplarını yapmakla meşguller.
2-Düşük hızla gelişen ekonomiler: Bunlar arasında yaklaşık 100 ülke bulunuyor. Bu ülkelerin hükümetleri orta sınıf yaratmak için çalışıyorlar ve 2020 yılından itibaren bu ülkelerde de otomobile yönelik talepler birden bire patlayacak.
3-Gelişmiş Ekonomiler: Bu ülkeler bugünkü Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’dan oluşuyor. Buralarda otomobile olan talebi ekonomik kalkınma değil, nüfus artışı ve otomobil yenileme eğilimleri belirleyecek.

Küresel bakmak gerek
Yılda bir milyondan fazla üretim yapabilen ve ihraç edebilen Türkiye gibi bir ülkede otomobil markası yaratmanın zor olmayacağı kanısındayım. Tarihe bakarsanız ilginç bir gelişme izlersiniz. Fiat lisansı ile işe başlayan İspanya, Seat markasını, Çekler Skoda markasını, Malezyalılar Japon Mitsubishi lisansı ile Proton markasını ürettiler, Japonların Isuzu şirketi İngiliz Wolseley Motor Company ile Mitsubishi Model A için ise Fiat Tıpo 3 lisansı ile işe başladı.
Türkiye’de lisans ile araç üreten firmalardan herhangi birisi isterse Türkiye otomobil markasını yaratabilir kanısındayız. Bunun çok modelli olmasına da gerek yok başlangıçta. Bu konuda ulusal ve yöresel isimler yerine dünya pazarlarında kolayca telaffuz edilecek, ürünle çağrışım yapabilecek ve yazılışı kolay, insan aklına yerleşecek türden markalar bulmak gerekiyor.  

Prof. Dr. TEVFİK DALGIÇ Teksas Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları