Sıra Cumhuriyet’te mi?

29 Ekim 2015 Perşembe

“1 Kasım’dan sonra Hürriyet, Cumhuriyet, Sözcü ve Zaman’dan da hesap sorulacak” diyor televizyona çıkmış milletvekili...
Seçime 4 gün kala arsızlık, hoyratlık, hukuksuzluk doludizgin.
Cumhuriyet’e ne ilk ne son baskıdır bu. Hukuk cellatlarına anımsatırım: Unuttunuz mu İlhan Selçuk’u siz öldürdünüz!
Ergenekon dediniz. Balyoz, Şike davaları dediniz... El ele yürüdüğünüz, ne istedilerse verdiğiniz işbirlikçilerinizle... Polisiniz, yargıçlarınızla... Sabaha karşı evlere baskınlarınız, soruşturmalarınız, düzmece mahkemelerinizle... İnsanları hapse mahkûm ettiğiniz cezalarla, karalamayla, açtığınız yaralarla, yaşamlarını söndürdünüz nicelerinin...
Uğur Mumcu’yu , Ahmet Taner Kışlalı’yı Onat Kutlar’ı katleden güçle, bugün Can Dündar’ı tehdit eden, ne pahasına olursa olsun ona bedel ödeteceğini söyleyen; “Onu öyle bırakmam, bu haberleri yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek” diyebilen güç birbirinden farklı mı sanıyorsunuz!
Seçime 4 gün kala arsızlık, hoyratlık, hukuksuzluk bunca arttıysa istediklerini alamayacaklarının korkusundandır.
Cumhuriyet gazetesi 1 Kasım’dan sonra hesap verecek değildir. Cumhuriyet gazetesi, yıllardır her gün hesap veriyor. İktidara değil. Okurlarına...
Ah evet bilmez değilim, okurlar affetmez, sorar, soruşturur, yargılar, kavga eder, lanetler, öfkelenir, kızar, “yetmez ama evetçilerin” aramıza katılmasına tepki gösterir, gazeteyi almaktan vazgeçer, barışır, affeder, tiryakiliğinden vazgeçemez , okur ya da okumaz...
Okurumuzdur. Ne yapsa hakkıdır.
Ama Cumhuriyet tektir. Benzersizdir. Dün Kültür sayfalarında yer alan Fazıl Say’ın o muhteşem yazısını, Tanrı aşkına başka hangi gazetede okuyabilirsiniz ki?!

***

Seçime 4 gün kala arsızlık, hoyratlık, hukuksuzluk dorukta...
Yalakalık yapmayan medyayı susturma çabaları bunun küçük bir parçası. İpek Medya’ya ait gazete, televizyon, radyo ve internet sitelerine el koymak... Olayı protesto edenlere gazla saldırmak...
Seçime 4 gün kala, yalanlar ayyuka çıktıkça baskılar ve tehditler artıyor...
Sanmayın ki “Kabataş gelini” rezilliği sadece bir gazetecinin “kurbanın” söylemek istediklerini gözlerinden okuyup yazma hikâyesidir. Hayır, bu hikâyeye o gazeteci ancak araç olmuştur. Günlerce “Benim bacımaaaa...” haykırışlarıyla milletin beynini yıkayanı ve yalakalarını unutmayın!
(Ülkemizin en ünlü en anlı şanlı “aydınları” kandırıldığına göre “sokaktaki adam” nasıl kanmasın ki!!!)
Yalanın ve talanın doruğa çıktığı bir dönem... Baskının, tehdidin sonu yok:
İstediklerini alamazlarsa, “buralarda terör çeteleri, beyaz Toroslar dolaşacak” diyebilen zihniyet, seçim günü yaklaştıkça tehdit boyutlarını yükseltiyor:
“Evlatlarınıza iş bulamazsınız” diyor. “Yoksulumuza kömür dağıtamayız” diyor... “Yeşil kartlı ilacını alamaz” diyor.
Ve bunu “din” kisvesine bürünmüş, ahlak ve vicdan sahibi olması gereken parti yapıyor. İnsan utanır!
Yani utanması olan utanır...

***

Herkesi “terörist örgütüne üyedir” diye “terörist örgüte yardım ve yataklık yapıyor” diye suçluyorlar...
Dilek Doğan, 25 yaşındaydı. “Terörist avı”ndaki polislere, “ayağınıza galoş giyin, eve öyle girin” demek gafletinde bulundu. Vuruldu. Akciğerini paralayan kurşunlara bedeni ve kalbi direnmeye çok çalıştı. Olmadı. Geriye o gülen gözlerinin ışık saçtığı fotoğrafı kaldı belleğimde.
Bunun üzerine başka ne yazılabilir ki:
Olsa olsa Hrant Dink cinayetinden Dilek’e, her ölümden şu son 13 yıllık iktidarı sorumlu tuttuğumu söyleyebilirim. Suçladıkları her olayda, suç ortakları olduklarına inandığımı söyleyebilirim. O kadar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları