New York ve Maçka...

09 Şubat 2009 Pazartesi

Bedri Rahmi Eyuboğluna göre, haşlanmış mısırları ısırdıktan sonra içlerinden aydınlatırsak, karşımızda New York gecesi belirir!.. Maçkalı ünlü sanatçının mısır koçanına benzettiği gökdelenler arasında, nereli olduğumu soran taksi şoförüne Türkiye yanıtını verirken, Orası da neresi? diye şaşıracağını bekliyordum. Oysa, afallayan ben oldum: Ben Trabzonu çok seviyorum. Orayı gördün mü?

New York sokaklarında, bir gece otelime dönerken bindiğim taksinin şoförü Trabzon diye bir kentin varlığından haberdardı!.. Üstelik, hayatında Türkiyeye hiç gelmemişti. Bırakın ülkemizi, atalarının iki yüz yıl önce göç ettikleri İtalyaya bile adımını atmamıştı!..

‘Burası Maçka. Ben Maçkalıyım’

Otelin önüne gelmiştik çoktan ama biz, Trabzonu sevmesine neden olan bir derginin sayfalarından kopardığı fotoğraflara bakıyorduk. Dergi, Amerikada çıkan bir gezi dergisiydi ve elimizdeki sayfalarda Karadenize kıyısı olan kentler tanıtılıyordu. Sümela Manastırının fotoğrafını göstererek Burası Maçka. Ben Maçkalıyımdediğimde gözlerindeki ifade sanki bir melek görmüşçesine hayranlık ve bir o kadar da şaşkınlık taşıyordu... Ama, asıl şaşkınlığı yaşayan bendim! Taksimetrede yazılı olan ücreti ödemek için para uzattığımda Amerikanın tarihine yazılması gereken bir davranışla karşılaştım!.. Hayır diyordu taksici...Arabama ilk kez bir Trabzonlu bindi. Senden para alamam.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, orada bir Trabzonluyla karşılaşacağınıza dair birçok hikâye duymuştum... Uzaklaşan taksinin ardından bakarken, tüm bu hikâyelerden daha güzel, daha şaşırtıcı ve hepsinden daha gerçek bir kahramanı tanımanın mutluluğu içindeydim.

Trabzonun bir masaya benzediği, adını buradan aldığı söylenir. Öyleyse, iki dağın arasındaki Maçka, bu masanın üstüne konulmuş sayfaları açık bir kitaba benzer. Değirmendere bir ayraç gibi uzanır sayfalar arasında... Onun akışına kapılarak, her biri bu kitabın bir harfi olan nice insan uzaklaşmıştır Maçkadan... Ben, kendimi küçük t harfine benzetirim; kolları açık, Trabzona sarılmayı bekleyen bir çocuktur t!.. Çömlekçiden yola çıkan Mehmet Ağanın otobüsü Esiroğluna geldiğinde, biz çocuklar arka merdivenden arabanın üstüne çıkardık. Galyan Vadisine sapan otobüsün, dağlarla dans eden yolda ilerlerken çıkardığı ses kulaklarımdadır hâlâ...

Yan yana dizilmiş kalaslardan oluşan köprüye geldiğimizde, Mehmet Ağa yolcuları indirirdi çoğu kez. Köprüden boş otobüsün geçmesi daha güvenliydi. Biz, oraya Piyano köprü derdik. Kalasların her biri bir piyanonun tuşu, üstlerinden geçen de tekerlek değil, bir piyanistin parmaklarıydı sanki!..

Gelinlik duvağını başından hiç çıkarmayan bir kadındır Maçka... Trabzon ise, o dağ gibi güçlü kadının eteklerinin dibinde, Karadenizle oynayan bir çocuk... İşte, o anne ve o çocuk birlikte yapmıştır, her biri kumdan kaleye benzeyen Maçka manastırlarını...

Beyaz, kanatlı, uçan at Pegasus, şairlere ilham götürmek amacıyla Helikon Dağından havalanmak için arka ayaklarını sertçe vurur yere... Oradan da bir su çıkar...İlham kaynağıderler bu yerin adına... Galyan Köyünün Konaklar Mahallesindeki büyükbabamın adını taşıyan Şükrü Efendi Konağı vadiye oldukça hâkim bir yerdedir... Pencereleri sanki bir kartalın pençeleri gibi açılır... Dağın saçlarına takılan bir tokayı andıran o konağı ne zaman ziyaret etsem, yüzümü ilham kaynağının suyunda yıkamış hissine kapılırım. Sanat Tanrısı Apollo, ilham perileri diye de bilinen, Tanrılar Tanrısı Zeusun dokuz güzel kızıyla oturur Helikon Dağında... Trabzonda basılan eski paraların üstünde, bu kentte yaşayanların en sevdiği Tanrı olan Apollonun resminin olması, Zeusun dokuz güzel kızına Musalar denilmesi ve müze sözcüğünün buradan türemesi, yıllar, hem de yıllar sonra Maçka doğumlu Kule Canbazının müzeciliğin şövalyesi olmaya çalışması, bu Don Kişotluğa soyunan adamın, çocukluğunda değirmenleriyle ünlü Galyan Deresinde yıkanmış olması rastlantı mıdır, yoksa uygarlık denilen satranç oyunundaki taşların hamleleri sonucu mudur? Ya da şöyle soralım; DNAlarımızın sarmalı üzerine tıp bilimi çalışmalar yaparken, kültür genlerimizin sarmal haritasını çıkarmak kimin görevidir?

‘Alpler’de bile böylesi yok’

1701 yılında Trabzona gelen Fransız Joseph Piton de Tournefortun Maçka hakkındaki görüşleri şunlar: Alpler’de bile bu kadar güzel ormanlar yok... Birçok pınar, güzel nehirler meydana getiriyor. Bunlar alabalıklarla dolu. Nehirler, çiçekli kırlar ve en güzel çalılıklar arasından akıp gidiyor... Trabzona dönmek için bu güzel yeri terk etmek zorundaydık. Ben de hayatım boyunca hep bu duyguyu yaşadım; Trabzona dönmek için hafta sonları ya da yaz tatilinde gittiğim Maçkadan, bu güzel yerden ayrılmak zorundaydım!.. Ne mutlu ki, belediye başkanı Ertuğrul Gençin düzenlediği kültür ve sanat festivali sayesinde Maçkanın aydınlık yüzüyle her temmuz ayında buluşuyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları