Polis Devleti ve Linç Kültürü Arası...

21 Şubat 2013 Perşembe

O fotoğrafı gördünüz, değil mi?.. Gözünden gözyaşı değil kan akıyordu...
Yüzü boyunca yanağından aşağıya, çenesinden aşağıya, birkaç kola ayrılarak akan kan iki gündür benim yakamı bırakmıyor...
Herhangi bir parti, bir dernek üyesi değildi. Sadece
“duyarlı bir vatandaştı.” Duyarlı bir vatandaş olarak da Silivri’de duruşmayı izlemeye gelmişti. Tazyikli su... Biber gazı... Sonra, sonra sanki gözünde bomba patladı. Sanki beynine kurşun yedi. Gözünden gözyaşı değil kan akmaya başladı.
O akan kanın arasına sıkışmış bir cümle kaldı haberlerden geriye: “
Gözüm değil kalbim ağrıyor. Kendi doğurduğumuz çocuklar bizi yaralıyor.” Gözü görme kaybına uğrasa da kalp ağrısının yanında önemi yok gibiydi sanki... O kalp ağrısı artık hiç silinmeyecekti...

\n

***

\n

O fotoğrafı gördünüz, değil mi?.. Öfkeli gençler, bedenler gerilmiş, yumruklar sıkılmış, yüreklerde öfke, kin, nefret... Dillerinde kimi zaman küfür, kimi zaman “Ya Allah bismillah allahüekber” sözleri... Ellerinde kimi zaman taşlar sopalar, kimi zaman Türk bayrağı... Bayrak da din de şiddetin ta kendisi olmuş çıkmış.
Bayrağı da dini de linç kültürüne alet etmenin ne büyük günah, ne büyük saygısızlık, ne korkunç bir vahşet olduğunun farkında bile değiller.
Gözü dönmüş güruh BDP milletvekillerini linç etmeye kararlı. Sinop öğretmenevinde 10 saat mahsur kalanların anlattıklarını dinledikçe yeniden ve yeniden Sivas katliamını düşünmemek olası değil...
Önce Sinop, ardından Samsun... Linç kültürü, nefret söylemi sarmış tüm ülkeyi...

\n

***

\n

Ya polis devleti, ya linç kültürü... İkisinden birine mahkûm muyuz?
Eğer adalete hiç ama hiçbir güven kalmadıysa... Yasalar adamına göre eğilip bükülebiliyor, istenen kalıba sokulabiliyorsa... Hak ve hukuk iktidar güçlerinin ve iktidar kavgalarının velayetindeyse... İktidarın başındaki bir gün bir davanın savcısı, bir başka gün bir başka davanın avukatı olursa... Polis güçleri yargının yerini alabiliyorsa... Karar süreç ve mekanizmalarında hiçbir şeffaflık yoksa... Halktan gerçekler gizleniyorsa... İletişim araçları korkudan ya da çıkar ilişkilerinden görevini yerine getirmiyorsa...
Korkarım ki polis devletliğinden de linç kültüründen de sıyrılmamız imkânsız.

\n

***

\n

Bu yazıyı yazarken en beğendiğim çocuk yayınlarından “Günışığı Kitaplığı”ndan “Çıtır Çıtır Felsefe” başlıklı o muhteşem diziden son çıkan kitabı düşündüm. “Diktatörlük ve Demokrasi” adlı kitap, (Brigitte Labbé- P.F.Dupont- Beurier. Resimleyen J.Azam. Türkçesi Azade Aslan) çocuklara yönelik.
Demokrasi ve diktatörlük kavramlarının bireyi nasıl etkilediğini, çocukların günlük yaşamlarından örneklerle anlatıyor.
Son satırlar şöyle:
“Demokrasilerin tek bir güvencesi vardır: Her vatandaşın eleştirel aklı. Eleştirel akla sahip olmanın anlamı, kendine sorular sormak, dinlemek, bilgi almak, gözlemlemek, ayırt edebilmek için düşünmektir. Doğru ile yanlışı ayırt etmek, haklı ile haksızı ayırt etmek, mümkün olanla imkânsızı ayırt etmek için düşünmek. Her gün, demokrasi hayatta kalsın diye düşünmek.”
4+4+4 sistemiyle mi düşünmeyi öğrenecek bizim çocuklarımız...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları