21. yüzyılı planlamak mı? Türkiye mi?

13 Kasım 2015 Cuma

Cumhuriyet bir iddia idi. “Yapabiliriz” iddiası. 92 yıl önce bu iddia ile kurulmuştu. Devrimler bu iddia ile yapılmıştı. Türkiye aydınlanmanın ilk ışığını bu iddia sayesinde yakabildi.. Müfit Akyos anlatıyor: Refraktör kazanlarının üretildiği Sümerbank’ın mühendisleri “Biz bir teknolojiyi ya da ürünü bir kez ithal ederiz. Sonrasını kendimiz yaparız” iddiasındaydı.
Peki, bugün? 21. yüzyıl Türkiyesi’nde bizim sanayileşmede herhangi bir iddiamız var mı? Ya da bırakın iddiayı herhangi bir hayalimiz var mı?
Yok ne yazık ki...
Bir ülkenin entelektüel birikimi o ülkenin geleceği için bir güvencedir. Bunun bilincinde olan ülkeler bu birikimden yararlanmanın yollarını ararlar... Peki, ya Türkiye’de?
O da yok ne yazık ki?
2 gündür Ankara’da Prof. Bilsay Kuruç önderliğinde 4 yıldan beri gerçekleştirilen 21. yüzyıl için Planlama Kurultayı’ndayız. Ciddi bir beyin fırtınası, müthiş bir entelektüel paylaşım. Kim yararlanıyor? Bu ülkenin vizyonunu (eğer varsa) oluşturan, politikalarını belirleyen kurumları, yöneticileri mi? Hayır tabii ki. Oranın gündemi farklı. Prof. Dr. Korkut Boratav Hoca’nın dediği gibi “Siyasi İslamın kültürel Müslümanlığı yok etme mücadelesi. Ve temel hedefi laiklik”.
Hoca ekliyor: “Sadece ideolojik mücadele değil bu, sınıfsal gündemi de olabilir”.
İnsanların dönem dönem düzene muhalefet ettiğini biliyoruz. Tekel hareketi örneğin. Tekel işçileri arasında hayli dindar da vardı. Ancak Kültürel Müslümanlık ile düzen karşıtı hareket arasında asla bir uyuşmazlık olmadı. Şimdi iktidar bundan da rahatsız. Kendi İslamcı ideolojisini halk sınıflarının bu tür düzen karşıtı akımlara savrulmasını önleme gayreti içinde. İşçi hareketini etkisizleştirmek için İslamı kullanıyor. Eğitimden kültüre kadar her alanda. Hal böyle olunca bilim ve aydınlanma yerine Ortadoğulaşıyoruz. Bu kadar basit.
Bilim ve teknoloji birbirine tutunarak gelişen iki alan. Bugün Türkiye aşamadığı bir orta teknoloji tuzağı içinde. Ancak öte yandan hayatımızı tamamen değiştiren bir olgu teknoloji. Çünkü kullandığımız her şeyde teknoloji var. Ortadoğulaştığımız toplumsal yapımız teknolojiyi üretmek yerine teknolojiyi tüketen, onu kullanmakla övünen bir yapı.
Dolayısıyla “Bilim nedir? Bilim yapan insan nasıldır? Bilim için ortam nasıl yaratılır?” gibi kurultayda masaya yatırılan bu ve benzeri sorular da içinde bulunduğumuz ortamda hayli lüks kaçıyor.
Ama kaçamayacağımız bir gerçek var. O da günümüz teknolojisinin kaynağının bilimsel bilgi olduğu. Çağı yakalayabilmenin eşiği de bu. Beylik sözler dolaşıp duruyor etrafta, üreten ekonomi olmak zorundayız gibi, yenilikçilik, inovasyon gibi... Ar-Ge’ye ayrılan payı artırmakla övünüyoruz; tamam iyi de o para doğru kullanılıyor mu? Teknoloji ve bilimde yetkinlik kazanmak bir kültür meselesi. Ve de bir ulusal politika meselesi. Aykut Göker, Müfit Akyos, Metin Durgut bu konunun duayeni isimler... Göker ABD’de 40 federal Ar-Ge merkezi olduğunu ve buna devasa kaynakların aktarıldığını söyledi, Akyos Avrupa Birliği’nin yeni politikası olan Akıllı Uzmanlaşmayı anlattı.
Hadi onları anladık, peki ya İran’a ne demeli? Ben de nacizane, İran örneğini verdim; bilgi yaratılmasının jeopolitik değişimlerini ölçen Kanada merkezli Science Metrix verilerine göre, İran’da teknoloji gelişiminin 11 misli arttığını, daha çok nükleer kimya, partikül fiziği, tıp ve tarımda yoğunlaştıklarını anlattım. Ve ABD’li bir profesörün bana anlattıklarını aktardım: İran önemli bir kültür; tüm olumsuzluklara karşın kültür altyapısı korundu ve bunun da ötesinde gelecek nesillerini düşünen bir ülke...
Konuyu sürdüreceğiz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları