Deniz Palas!

24 Ekim 2013 Perşembe
Hiç unutmuyorum, ilkbahardı. Yüreğim
pır pır eve dönüp yazmıştım o yazıyı.
Heyecan içinde, sevinç içinde, kıvanç
içinde. İşte görün benim ülkemin insanları
nelere kadir! Yazımın başlığı “Deniz Palas
Mucizesi”ydi.
Yıllar süren bir çalışma. Sonsuz bir
titizlik, özen. Nice fedakârlık. Geçmişe,
tarihe, mimariye sonsuz saygılı bir
restorasyon. Nejat Eczacıbaşı’nın
rüyası, Şakir Eczacıbaşı’nın azmi,
Doğan Tekeli’nin çabaları, restorasyonu
gerçekleştiren Burhan Satıcı’nın saygısı,
sevgisi, emeği. Nice sanatçının yaratıcılığı,
göz nuru... Ama en çok, sonsuz bir
fedakârlıkla, insanların tırnaklarıyla kazıya
kazıya gerçekleştirdikleri bir mucize...
Şimdi sonbahar... Yüreğim paramparça.
Ağzımda kötü bir tat. Midemde kramplar...
Bir türlü kurtulamıyorum.
Her şey satılık mı?
Ne zamandır duyuyordum... Sonunda
meslektaşım Gila Benmayor yazıyla
açıkladı. İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı’nın merkezi, İstanbul’da sanatı,
kültürü, evrenselliği, çağdaşlığı ayakta
tutan kurumun simgesine dönüşmüş
Deniz Palas satılıyordu. İKSV’nin başkanı
Bülent Eczacıbaşı’yla yaptığı röportajda,
Deniz Palas’ın borçlar, banka faizleri
vb. yüzünden, çalışanlar için böyle bir
“lükse” gereksinimi olmadığını, satılacağını
öğreniyorduk.
Doğrusu, bu yazıyı yazarken Bülent
Eczacıbaşı’nı aramayı düşünmedim. Bana
da yüzlerce, binlerce gerekçe açıklardı
elbet. Doğru gerekçeler, haklı gerekçeler
de olabilirdi bunlar. Ama mesele o değil!
Baştan söyleyeyim benim meselem akılcı
değil. Benim meselem, duygu ve vicdan
meselesi. (İyi ki de öyle! Özellikle şu son
yıllarda öyle ihtiyacımız var ki buna!)
Hayatta her şey satılık değildir diye
haykırmak istiyorum. Her şey ekonomiye
bağlanamaz.
Eğer oraya verilen emeği, o mucizenin
nasıl gerçekleştiğini bilseniz; oranın tarihsel
gelişimini izlemiş olsanız satamazsınız
demek geliyor içimden...
Güngör Uras, yazılarında “Vakfedilen
mal, vakıf malı Tanrı mülkü sayılır. Vakıf
malları satılamaz” diyor...
Vakıf malı satılır mı satılmaz mı
bunu bilmiyorum. Bildiğim; simgelerin
satılmasının ruhunu satmakla eşdeğer
olduğu...
Ruhumuzu satmak gibi
Bu yazıyı yazmadan önce doğrusu
İKSV’nin genel müdürü Görgün Taner,
daha yeni emekli olan ve çok arayacağım
Ömür Bozkurt, Yeşim Gürer, Dikmen
Gürün gibi yıllarını kuruma vermiş
dostlarımı da aramadım. Kimselere, “Salon”
ve “Leyla Gencer Müzesi”nin geleceğini
soramadım. Onların bu satış kararı
karşısında ne hissettiklerini bilemiyorum.
Benim hissettiğimse şu: Deniz Palas’ın
satılması ruhumuzu satmak gibi bir şey...
Hani biraz da şey gibi, yetmez ama evet...
Tam yazımı bitirmiştim ki Deniz Palas’ın
restorasyonunu gerçekleştiren Sayın
Burhan Satıcı’dan uzun bir mektup aldım.
Yazık yerim dar tümünü yayımlayamıyorum.
Satışı sorguladığı mektubunda “Örneğin
Boğaziçi Üniversitesi’ni, İTÜ Kampusu’nu,
İTÜ Taşkışla Binası’nı, İTÜ Maçka Binası’nı
da satarsak yerine kazanılacak ekonomik
değerlerle çok büyük farklı işler yapılabilir”
dedikten sonra; kimilerinin de Türkiye’yi
satışa çıkardığını vurguluyordu...
Bülent Eczacıbaşı ve vakıf yönetiminden
satıştan vazgeçmelerini istiyorum.
Ekonomist olan sizlersiniz. Satış dışı bir
çare bulabilirsiniz.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları