Peki, kim sorumlu?

17 Kasım 2015 Salı

Suruç ve Ankara katliamları gibi Paris katliamının arkasında da İslamiyet yok. Ancak, “İslami terör diye bir şey yok” veya “terörün dini yok” gibi çıkışlar bir şey ifade etmiyor. İstesek de istemesek de bu cinayetler İslamiyet adına işleniyor.
Geri kalmış Müslüman ülkelerdeki ulema ki buna başta Vahhabi Suudi Arabistan’ı dahil etmek lazım bu saldırıları “Batı barbarlığına” bağlıyor. Paris saldırısından sonra da aynısını gördük. Bu ise işi kolaya bağlayıp sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değil.
Batı’nın tabii ki suçları ve sorumlulukları var. Kolonyal geçmişinin tortuları inkâr edilemez. Bu geçmişin ürünü olarak ülkenizde yaşayan Müslüman vatandaşlarınıza ikinci sınıf muamelesi yaparsanız, gettolara mahkûm ederseniz, gelecekleri konusunda umut vermezseniz, sonuçlarının ne olacağını tahmin etmek zor değil.
İslamiyet bu yabancılaşan kesimlere aradıkları gerekçeyi sağlamasaydı, bunlar kendilerini yabancılaştıran toplumlardan intikamlarını başka şekillerde alırlardı. Ancak sorunun bundan çok daha karmaşık olduğu da kesin. İslam âleminin sadece ekonomik geri kalmışlığı değil, demokrasi ile insan hakları açısından da geri kalmış olmasının etkileri göz ardı edilemez.
Müslüman olsalar bile insanların sonuçta ne istedikleri belli. Batı’ya karşı mangalda kül bırakmayan ulema, Taha Akyol’un da önceki gece CNN Türk’te gündeme getirdiği basit fakat son derece manidar bir soruya yanıt veremiyorlar.
Batı İslam düşmanı ve Müslümanlar için bir cehennem ise, o zaman yüz binlerce hatta milyonlarca Müslüman bugün niçin Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi zengin Müslüman ülkelere değil de Batı’ya kaçmaya çalışıyorlar?
Bunlar niçin aileleri ile birlikte, çoluk çocuk demeden, Ege’de denizin dibini boylama riskine katlanarak can havliyle Avrupa’ya geçmek istiyorlar? Burada söz konusu olan kolektif bir aptallık mı? Yoksa işin özünde, normal bir yaşam açısından özlemini çektikleri her şeyi Batı’da gördükleri için mi bunu yapıyorlar?
Kendimizden de bir örnek verelim. Türklerin yaşadıkları Avrupa ülkelerini sık sık “ırkçılık” ve “İslamofobi” ile suçlarız. Bunu Avrupa’da yaşayan bazı Türkler de yapıyor. Bunda elbette ki bir dereceye kadar haklılık payı var. Avrupa’nın da masum olmadığını tekrarlamakta yarar var.
Almanya’da PEGIDA denen İslam düşmanı örgüte karşı yapılan büyük gösteriler aksini gösterse de bu söylenenlerin tümüyle doğru olduğunu varsayalım. O zaman böyle düşünen insanlar niçin kendi ülkelerine, kültürlerine, dindaşlarının arasına dönmüyor? Kendilerini ırkçılığa, İslamofobiye katlanmaya zorlayan mı var?
Almanya Helmut Kohl zamanında dönmek isteyen Türklere cazip koşullar yarattı. Bazıları bundan yararlandı, fakat ağırlıklı çoğunluk dönmemeyi tercih etti. Neden? Her şeye rağmen oradaki düzeni, özgürlükleri ve sosyal olanakları Türkiye’dekilere tercih ettikleri için mi?
Ulema sürekli olarak Batı’nın suçlarından ve sorumluluğundan söz eder. Peki, İslam âleminin suçlarını ve sorumluluklarını ne zaman tartışmaya başlayacak? İslamiyetin çağdaş insani değerlerle ve demokrasi ile uyumlu olduğunu ne zaman kanıtlayacak?
Bunu yapmaktan çekindiği sürece dünyanın gözünde İslamiyetin El Kaide, IŞİD ve El Nusra gibileri tarafından temsil edilmeye devam edileceğini ne zaman kavrayacak? Bu sorulara yanıt bulamıyoruz. Ne zaman bulabileceğimizi de bilmiyoruz.
Altını çizerek tekrarlamakta yarar var. Sorun, geçmişte o günün Avrupa’sının çok ötesinde bir altın çağ yaşamış olan İslamiyette değil, onu, başta siyasi olmak üzere, çeşitli amaçlarla kullanıp kızgın olan saf beyinleri nefret tohumlarıyla zehirleyenlerde.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları