Bourbons Alla Turca

13 Mayıs 2013 Pazartesi

AKP, bana Fransa’da Napolyon dönemini izleyen Bourbon Restorasyonu’nu (1818-1830), Prens Talleyrand’ın, “Hiçbir şey öğrenmemişler, hiçbir şey unutmamışlar” sözünü düşündürüyor.
Burjuva sınıfının ünlü diplomatlarından Talleyrand, bir öğrenme, unutma uzmanıydı. Aristokrasiye sırt çevirerek Fransız Devrimi’nin ilk meclisine kilisenin temsilcisi olarak girdi, sonra kiliseye karşı uygulamaları destekledi. Napolyon rejiminde çalıştı, Napolyon devrilince
Bourbon restorasyonu rejiminde çalıştı, hep iktidarda, Avrupa diplomasisinin merkezindeydi Talleyrand...
Bourbon hanedanının amacı, 1789 Devrimi’nin kazanımlarını silerek
“eski rejimi” restore etmekti. Napolyon Elbe’den kaçtıktan sonra, Bourbon yönetimini devirdi. Napolyon’un Waterloo yenilgisinden sonra Bourbon’lar tekrar yönetime geldiler. Bourbon’ların iktidara gelmesinde dönemin hegemonyacı gücü İngiltere ve Avrupa gericiliği belirleyici oldu: Aslında, Bourbon hanedanı “iktidara gelmedi”, “getirildi”.
Bourbon restorasyonu
“Üç Muhteşem Gün” / “Temmuz Devrimi” olarak bilinen 1830 ayaklanmasıyla, meşruti monarşiye dönüşmeyi kabul etti, ama bir daha asla istikrar kazanamadı, 1848 devrimci dalgasıyla yıkıldı. II. Fransız Devrimi olarak da bilinen 1830 ayaklanmaları, ağustos ayında Brüksel ayaklanmasına, İtalyan ve Polonya devrimci atılımlarına esin kaynağı oldu.
Talleyrand’a göre, Bourbon’lar,
ne 1789 Devrimi’ne yol açan olaylardan bir şey öğrenmişti, ne de o zamanki yolsuzluk, adam kayırma, devleti talan etme, rakiplerine ve halka karşı küstahlık alışkanlıklarını unutmuştu...
Bourbon’ları, burjuva orta sınıfla kent proletaryasının cumhuriyetçi ittifakının üzerinde yükselen 1848 devrimci dalgası tarihin çöplüğüne süpürdü. Ne ki bu devrim
ci dalga, aynı zamanda burjuvazinin, proletaryayı sırtından bıçaklamasıyla bu iki sınıfın yollarını ayırmaya başlamasının da miladını oluşturur. Bundan sonra tarih, devrimlerde burjuva sınıfına yaklaşanların sonunda hep sırtlarından bıçaklandıklarını gösteriyor.

\n

AKP’nin restorasyon projesi

\n

Siyasi iktidarı AKP hükümetinde ifadesini bulan Müslüman entelijensiyanın (Osmanlı egemen sınıfın bir kalıntısı olarak) Osmanlı dönemine geri dönme, onun yönetim biçimini, uluslararası ilişkiler anlayışını restore etme amaçlarını liberal-postmodern zevzekliklerden de (“öteki” söyleminden, kimlik siyasetinden, küreselleşmeci fantezilerinden) destek alarak dile getirdiklerini biliyoruz. Bugüne kadar da bu saçmalıkları, yaşamın maddesine her çarptıklarında, elimizden geldiğince göstermeye, tartışmaya çalıştık.
Ama, bugünkü yazı,
Kansu Yıldırım’ın “Hegemonik Proaktivizmin Eleştirisi: AKP Dış Siyasetinin Muhasebesi” denemesiyle (Kampfplatz, Cilt 1 / Sayı 2, Şubat 2013), Sedat Ergin’in “Başkanlık Sisteminde Osmanlı Geleneğinden Yararlanmak” başlıklı köşe yazısını, tesadüfen birlikte okurken şekillendi.
Yıldırım, denemesinde esas olarak
Davutoğlu’nun “Tarihsel gerçeklikten/küresel ölçekli üretim ilişkilerine dayalı tahlillerden uzak”... “ussal olanın gerçek olduğu” diskuruna dayalı olarak tanımladığı dış politika doktrinini, Hegel’e ve Lacan’a gidip gelerek, Gramsci, Harvey ve Arrighi’den yararlanarak başarılı bir biçimde eleştiriyor. “Cumhuriyetin uzam-zamanını sıçrayarak atlayan”, “Osmanlı’nın coğrafi sınırlarına geri erişim”i amaçlayan bu dış politika doktrinine göre, “Kemalizm Osmanlı’nın tarihsel kazanımlarını boşa harcamıştır, bu aşamaya yabancılaşmıştır. Davutoğlu’na göre, AKP döneminde çizilen proaktivizm ve dinamik diplomasi, bu yabancılaşmayı tersine çevirebilecektir” (abç).
Sedat Ergin, Başbakan Erdoğan’ın 29 Nisan tarihinde Kızılcahamam’da düzenlenen il başkanları toplantısında yaptığı konuşmadaki
“Başkanlık sistemi tartışılıyor.. bu bize yabancı bir anlayış da değil. Çünkü bizim ecdadımıza, tarihe baktığımız zaman bunun benzerini Osmanlı yaşamış...” (abç) ifadelerini aktarıyor.
Ergin, “
Başbakan, tarihe kutsadığı bir yolgösterici olarak bakıyor, aynı zamanda “bugün”ü “dün” ile ilişkilendirerek, güncel olanı tarihsel bir bağlama oturtma çabasına giriyor. Bu anlamda kendisine ve iktidarına, tarihin çizgisini bugüne taşıyan bir misyon atfediyor” diyor ve ekliyor. “Bu bakış, Başbakan’da ve onun konuşmalarını kaleme alan metin yazarlarında çok kuvvetli bir duygu olarak karşımıza çıkıyor”.
Kısacası, karşımızda, toplumdaki din merkezli, dönüşümlerin yanı sıra uluslararası ilişkilerde Osmanlı nüfuz alanlarına, dış politika kültürüne, içerde, Osmanlı sultanlarına göndermeyle tanımlanmaya, meşrulaştırılmaya çalışılan, güçler ayrılığından (kurumsal denetimden-bu sermaye sınıfının denetiminden kurtulmuş anlamına da gelecektir)
“kurtarılmış” bir başkanlık sistemi projesi var. Bu, Cumhuriyet döneminin burjuva devrimin getirdiklerini ortadan kaldırarak, Cumhuriyet öncesi “bir şeyi” restore etmeyi amaçlayan bir projedir. “Bir şey” diyorum, çünkü “Cumhuriyet öncesi”, artık bir imparatorluk değil, çürümekte olan bir cesetti. Bu proje, 19 yüzyılın Osmanlı gerçeğinden uzak, bugünün dengelerinden habersiz bir “Bourbons Alla Turca” komikliği olarak görülebilirdi eğer elinde devletin şiddet araçları olmasaydı...

\n

Ateşle oynayanlara dair

\n

Bu “Bourbons Alla Turca” ne yazık ki şaka değil, AKP liderliğinin “aklına geleni gerçek sanmasıyla” trajik sonuçlara yol açmaya aday bir fantezi. Bazı yanlarıyla piromani saplantısını da düşündürüyor: Ya bu ateşle oynama aymazlığı evi yakacak ya da “büyükleri” ateşi ellerinden alarak onları, soğukta yalnız bırakacaklar.
Suriye skandalına bakmak yeterli: “Kardeş Esad” vıcıklığından, “Esad rejimi yıkılmalıdır” saplantısına geldik. Buraya gelirken yolda, Avrupa ve ABD’de AKP “hayranlığının” yerini, “Türkiye Selefileri, El Kaide türevlerini destekliyor”, “Veziristan’a gitmek yerine Türkiye üzerinden kolayca Suriye’ye geçiyorlar” “yüzbinlerce sığınmacı var ya geri dönmezlerse ne olacak” gibi kaygılar almaya başladı.
Düne kadar AKP’yi cilalamaktan elleri nasır bağlamış
Hugh Pope gibi tipler, Edelman, Abramowitz gibi AKP’nin doğumuna ebelik etmiş olanlar Suriye politikasının iflasından söz ediyorlar. ABD, Irak yönetimi, hatta İran, “Türkiye Kürtlerle anlaşarak, Irak’ı bölerek, petrollerine sahip olmaya kalkıyor” kaygısında, bu kaygı Erbil ile Bağdat’ı anlaşmaya zorluyor. Bağdat PKK savaşçılarını (hepsi TC vatandaşı) bize göndermeyin diyor, Barzani ile PKK’nin çatıştığına ilişkin haberler geliyor, durum gittikçe sarpa sarıyor. Bu sırada, nükleer santral projesi, Fukuşima felaketinden, “orman kes havaalanı yap”, “çayır yok et AVM yap” kafası, küresel ısınmadan, ülkede büyüyen çölleşme tehlikesinden bir şey öğrenilmediğini, ama Osmanlı’nın sanki “yarın” diye bir şey yokmuş gibi yaşayan talancı kafasının da unutulmadığını gösteriyor.
Cuma gecesi bu yazıyı, “Ateşle oynayan AKP Türkiyesi’ni acaba başka ne bekliyor” sorusuyla bitirmiştim. Cumartesi günü bu sorunun cevabına ilişkin ilk acı işaretler gelmeye başladı...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları