Arapsaçı

14 Mayıs 2013 Salı

Kendi Yahudiliği, Katolikliği, Protestanlığı, Aleviliği, Müslümanlığıyla ya da Lazlığı, Kürtlüğü, Türklüğüyle hatta muhafazakârlığı, liberalliği, cumhuriyetçiliği, komünistliğiyle ilgili şaka yapabilen insanların yanında kendimi her zaman güvende hissederim; bu konularda hemen tırnaklarını çıkaranlardan da ölesiye korkarım.
Hollandalı parlamenter bir arkadaşım, yıllar önce ilk tanıştığımızda, içinde Kürt kelimesi geçen esprili bir sohbete kulak misafiri olup, endişeyle sormuştu
: “Siz Kürtlerle ilgili şaka yapabiliyor musunuz?”
Bu soru kanımı dondurmuştu.
Kürtlerle ya da Türklerle ilgili şaka yapamayacak duruma gelme noktasını hayal bile etmek istemem.
Bunu bana geçen hafta dil üzerine yazdığım ilk yazının ardından gelen bir e-posta hatırlattı.
“...Yalnız bir yerde ‘arapsaçı’ ifadesini kullanmışsınız. Daha dün bir arkadaşımla bu ifadenin öteleyen ve etiketleyen günlük dil alışkanlıklarından biri olduğunu konuşmuştuk. Sevdiğim bir kalemde karşılaşınca hiç tereddüt etmeden paylaşmak istedim. Siz de bir düşünün isterseniz.”
Farklılıkları bahane ederek alınganlıklar üzerine bir dünya kurmak art niyetli aklın işine yarar; bize iyi gelecek olan, farklılıkları benimseyerek birbirimizi anlamak üzerine kuracağımız dünyanın hayalidir.
Bana sorarsanız Arap atı ne kadar masum bir ifadeyse, arapsaçı da o kadar masum. Ötekileştirme ve etiketleme, bu ifadenin Arap ırkına bir hakaret olabileceğini düşünmeye başladığımız noktada ortaya çıkıyor. Aşırı hassasiyet de, bizi ürküten o aşırı fikirler gibi ırkçılığı körüklüyor.
Kızıl tenli birini havuca benzetmek tatlı bir şaka; bu şakanın hakaret olabileceği aklınıza düşerse, o akıl nihayetinde kızıllığın kötü bir şey olduğuna varıyor. Oysa kızıllık sadece bir farklılık.
Farklılıkların dikkat çekici olmasında bir tehlike yok; tehlike farklılıkların savaş sebebi olmasında.
Açıkça olumsuz bir anlamı olan
“cimri Yahudi” imgesi bile aslında bana sorarsanız tatlı bir sosyolojik halk saptaması. Batı’da saldırganlığı anlatırken Barbar Türk denmesi, soğukluğu anlatırken İngiliz şakası dememiz gibi...
Bu saptamalar şakalaşmalara konu olurken son derece masumlar; tehlike niyetle başlıyor.
Dolapdere üzerine yazdığım
“Kürt Kediler Çingene Kelebekler” isimli bir hikâye bazen olmadık bir şekilde karşıma çıkar. Arada sırada birileri bana “Neden Kürtlere kedi diyerek onları aşağıladınız; kedi nankör bir hayvandır” der... Uzun uzun anlatırım, sorunlara ırksal değil aksine sınıfsal bakmak gerektiğini, orada yoksulluğun ortak trajedisinin olduğunu...
Hemen anlarlar, ama önce... önce bir alınmışlardır. Çünkü hikâyeyi ötekileştirildikleri önyargısıyla okumuşlardır. Aşırı hassasiyet, niyeti gölgeleyivermiş, kelebek kadar muhteşem bir hayvan olan kedi, nihayetinde bir hakaret unsuru olarak algılanmıştır.
Her şeyde olduğu gibi bunda da bir sınır var elbet. Ama o sınırı iktidardaki siyasi aklın kurnaz dayatmasıyla değil, sağduyumuzun bağımsız algısıyla çizebiliriz.
Annem çok küçükken, 50’li yıllarda Antakya’da kilisenin bahçesinde
“Bugün pazar, gâvurlar azar” diye şarkı söyleyerek oynadıklarını hatırladıkça utancından kızarıyor hâlâ...
Çocukların anlamını bilmeden söyledikleri masum bir tekerleme, evet bir toplumun bilinçaltına sinsice sokulan korkunç bir savaş şarkısı da olabilir. O yüzden, yanında kendimi güvende hissedeceğim insanlar listesinde aşırı milliyetçiliğiyle ilgili şaka yapabilen insanlar hiçbir zaman olmadı.
Çünkü hepimiz çoktan öğrendik; ırkların ırklardan nefreti şakaya gelmez...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları