İktidar Başa Vurunca

18 Şubat 2014 Salı

ROMA - Çizme’yi, gezegendeki tüm diğer ülkelerden ayıran bir özelliği sanat ve estetik düşkünlüğüyse; diğeri benzersiz “iktidar” tutkusudur…
İktidar kültürüne” ilgi duyan birisi, kolaylıkla İtalya’da gücün değişik katmanlarını, tezahürlerini, çehrelerini mercek altına alabilir…
Baba”yı gören herkes, mafyanın o kılıç gibi keskin “iktidar kültü/kültürünü” en saf haliyle izlemiştir.
Pinokyo ile beraber en ünlü İtalyan kitabı olmak özelliğini koruyan Machiavelli’nin Prens adlı eseri; bir darbımesele dönüşen “sonuca giden her yol mübahtır!” saptamasıyla “iktidar”ın soğukkanlı analizini yapar.
İnanç, biat, mücadele!” komutuyla kitleleri coşturan Mussolini’nin güç anlayışı da, dünyaya, çok büyük fantezilerle başlayan ama korkunç bir trajediyle sonuçlanan “faşizmin iktidarını” tanıtmıştır.
Kutsal değerleri büyük bir dünyevi imparatorluk kurmak için kullanan Vatikan ve kilisenin iktidarı… gericilik labirenlerinde dolaşmak isteyenlere sonsuz çeşitlilik sunar.
İmaj” ve “medya imparatorluğu” sayesinde İtalya’yı son dönemde avucuna alan Berlusconi’nin eli her yere uzanan gücü ise; modern dönemin “büyük birader” iktidarına örnektir.
Böylesine çeşitli ve zengin “iktidar mönüsü” neden İtalya’da yerleşmiştir derseniz hepsinin kökünde Akdeniz’e bin yıl hâkim olan Eski Roma İmparatorluğu’nu bulabilirsiniz…
Propagandayı keşfeden ilk imparator
Başka coğrafyalar için soyut bir tarihi betimleyen “milat öncesi”; İtalya’da her yerde önünüze çıkan fiziki yapılar, terimler ve silinmez izlerle günümüzle rahatlıkla bütünleşebiliyor…
İki bin yıl önce (MS 14) ölen büyük Roma İmparatoru Augustus’la burada örneğin kolaylıkla kültürel “temas” kurmak mümkün.
Geçen hafta sonu kapanan “Augustus” sergisinde bunun tipik bir örneğini yaşadım. Bir pazar günümü ayırdığım sergiden neredeyse Augustus’a dokunmuş gibi ayrıldım.
Augustus’un karısı Livia ile yaşadığı uzun ve tutkulu beraberliği; çocukları, torunlarını bir bir yitirdiğinde tattığı tarifsiz acıyı, Kleopatra ve Mark Antonius’u dize getirdiğinde duyduğu dizginsiz zaferi; sergiyi gezerken dün olmuş gibi duyumsadım.
Roma’dan Paris’te Grand Palais’ye taşınacak serginin benim için en çarpıcı yanı; “Eski Roma”nın “ilk imparatoru” Augustus’un “iktidar serüveni” oldu.
Ne de olsa İstanbul’da havaalanına dek yol boyu izlediğim devasa “Sağlam İrade” afişlerinin etkisindeydim…
Sergi girişinde hemen karşıma çıkan dev Augustus heykelini görünce; “İşte budur!” dedim; “2000 yıl önce demek ‘Sağlam İrade’ böyle temsil ediliyordu!
Anadolu’dan… İspanya’ya… Yunanistan’dan... Magreb’e uzanan imparatorluğun sınırları içine giren Fransa’daki Arles tiyatrosundan getirilen heykel 3 küsur metre boyunda!
Bugün bile ölçüleriyle insanı etkiliyor.
Bir de o dönemde bu boyutta bir eserle ilk kez karşılaşan “Eski Roma” yurttaşlarını düşünün! Haliyle çarpılmışlar….
Augustus… 40 yıl süren iktidarının temel aracına dönüşen “propagandayı” keşfeden ilk büyük lider olmuş!
‘Tek adam’dan ‘Tanrı’ya
Augustus döneminin propagandası, büstler ve heykellerle yapılırmış.
Girişte, mermeri konuşturan bol kıvrımlı Roma tüniği ile temsil edilen imparatorun karısı Livia ile Augustus heykellerini geçtikten sonra sadece Augustus büstlerinin olduğu bir salona giriyorsunuz.
Boy boy Augustus büstü! Orman gibi!
İmparatorluğun dört bir yanından getirilmiş.
Hepsi genç,diri; fevkalade yakışıklı bir imparatoru temsil ediyor.
İktidarın kimyası, “acz” ile eşanlama gelen “yaşlılık” tanımıyor!
77’sinde ölen Augustus; imparatorluğun en ırak köşelerinde dahi bulundurduğu büstlerinde hep genç kalmış!
Bir tek imparatorla sınırlanan serginin en önemli yanı; Augustus’un başlangıçta Cumhuriyet olan rejimi… adım adım “tek adam yönetimine” çevirişini anlatması.
O “tek adam” yönetimi ki; yaşamının sonunda “kutsanarak”… “tanrısal güç” halini alıyor.
İktidarın “tek adamlaşmasından”… “tanrı” özelliğinin atfedildiği “kutsallık mertebesine” erişmesine dek geçen tüm aşamalarını izliyoruz.
İktidarın meşruiyetini başta “halktan aldığını” söyleyerek gelen, manevi babası Sezar’ın ölümünü izleyen dönemde rakipleriyle evvela bir “triumvirlik/üçlü hükümdarlık” kuran; sonra onları devre dışı bırakan, ardından dolu dizgin cumhuriyeti imparatorluğa dönüştüren “Augustus”; öykünün sonunda kendisine “tanrı” payesi biçiyor!
Augustus’un tek marifeti tabii bir iktidar sihirbazı olması değil.
Augustus… mirası ile özdeşleşen Roma’ya “altın çağ” yaşatmış.
Akdeniz’e barış, refah getirmiş.
Sanatın öncüsü olmuş, imparatorluk sınırlarını genişletmiş, vergilendirmeyi düzeltmiş; Roma’yı abad etmiş!
Ulu, yüce” anlamına gelen “Augustus” mertebesine her babayiğit ulaşamıyor. Ama 2000 yıl sonra Augustus’un temsil ettiği bu müthiş sınırsız güç özlemi -heyhat!- hâlâ her yerde karşımıza çıkıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları