Teşhis bekleyen toplumsal hastalığımız

20 Kasım 2015 Cuma

Pew Global Araştırmalar Merkezi’nin Paris saldırıları sonrasında yaptığı yoklamaların sonucuna göre, Türklerin yüzde sekizi IŞİD için olumlu hisler besliyor, yüzde 19’u ise kararsız. Bu rakamlar bizde yapılan bazı yoklamaların sonuçlarıyla da aşağı yukarı örtüşüyor.
Kararsızların sadece yüzde ikisinin IŞİD’e olumlu bakanların saflarına geçmesi halinde, Türkiye nüfusunun en az yüzde 10’unun Müslüman, Hıristiyan, Budist demeden kafa kesen ve sadece son altı ay zarfında Suruç, Ankara, Paris ve Beyrut’ta katliamlara imza atmış olan bir cinayet şebekesini bir şekilde onayladığı anlamı çıkıyor.
Bu da bizi neredeyse sekiz milyon Türk’ün potansiyel IŞİD yanlısı olduğu sonucuna götürüyor. Özetle, birçok Balkan ve Ortadoğu ülkesinin nüfusundan fazla olan bir güruhtan söz ediyoruz.
Burada elbette ki “toplumun yüzde 80’inden fazlası IŞİD karşıtı deyip” savunmaya geçmek mümkün. Ezici çoğunluğun bu örgüte karşı çıkıyor olması elbette ki sevindirici. Fakat 8 milyon kişinin böyle bir örgüte sempati ile baktığı bir ülkede yaşıyor olmamız yine de dehşet verici.
Akıl, 80 milyona yakın nüfusu olan bir ülkede birkaç bin gözü dönmüş insanın çıkabileceğini kavrayabiliyor. Ancak milyonlarcasının nasıl böyle olabileceğini anlamakta, en azından ilk bakışta, zorlanıyor.
Meseleye biraz daha derinlemesine bakınca nedenleri elbette ki daha net görülüyor. Burada geri kalmışlık ve kör cehalet kaynaklı lümpenlikten tutun, “dindar nesil istiyoruz” söylemiyle yaratılan “kindar nesil” de dahil olmak üzere, “sosyal patoloji” –veya Türkçesiyle “toplumsal hastalık”– başlığı altında bir dizi faktör sıralanabilir.
Tartışmasız olan husus ise sekiz milyon kişinin, dünya ile savaşa girmiş olan ve kendi soydaşlarını ve dindarlarını da katleden acımasız bir terör örgütüne sempati duyduğu bir ülkenin uygar ölçüler açısından “normal” sayılamayacağı gerçeğidir.
Bu gerçeği besleyen bir diğer örneği de Türkiye-Yunanistan maçı sırasında gördük. Yunan milli marşı çalarken ve Paris’te öldürülenlerin anısına yapılan saygı duruşu sırasında lümpen kesim kendisini tekrar cümle âleme teşhir etti.
Fatih Terim’in, “Yunanistan milli marşı okunuyor, ıslıklar yükseliyor. Ölmüş insanlara saygı duruşu yapıyoruz, 1 dakika sabredemiyor muyuz? Lütfen, ne oldu bize” şeklindeki, infialden çok çaresizlik yansıtan, çıkışına katılmamak mümkün değil.
Fakat uygar dünya Terim’in açıklamasını değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun ne dediğini merak ediyor. Bu olay sonuçta Paris saldırısının gölgesinde ve Türkiye’den Suriye’deki radikal İslamcılara hâlâ yardım gittiği algısının geçerli olduğu bir sırada gerçekleşti.
Bu yüzden Batı’da geniş yankı uyandırarak Türkiye hakkında ne kadar olumsuz düşünce varsa anında su yüzüne çıkardı. Olay hakkında benimle temasa geçen yabancı gazetecilerin hemen hepsi, “Liderleriniz niçin bu gibi şeylere karşı duyarsız” diye sordular.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Bunları yanlış buluyorum, bunları yapanlar da sadece nefislerini tatmin etmiştir” şeklindeki açıklamasının ise mevcut ortamda çok yetersiz olduğunu söylediler. Maç sırasında Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın yanında oturan Başbakan Davutoğlu’nun konu ile ilgili görüşlerini ise pek duymadıklarını belirttiler.
Devlet ve hükümet katında bu konuda net ve tartışmaya mahal vermeyecek güçlü bir kınamanın gelmesini önleyen nedir? Esas sordukları bu oldu. Kendi sorularını yanıtlarcasına “İslamcı oldukları için mi” diye eklediler.
Kısacası, dünyanın gözünde Türkiye’yi, Erdoğan’ın “birkaç yüz kendini bilmez” diye azımsadığı bu güruh temsil etmiş oluyor bu durumda, IŞİD’e karşı olan nüfusun yüzde 80’in üzerindeki kesimi değil.
Türkiye’nin uluslararası saygınlığının son yıllarda niçin azaldığını anlamak çok da zor değil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları