'GEZİ'nin çığlığı her yerde

14 Haziran 2013 Cuma

DÜNYANIN HER YANINDAN DUYULAN ‘ÇIĞLIK’ 150 YAŞINDA:

\n

“Kente ve fiyortlara yüksekten bakan tepelerin ardında güneş battı. Ansızın gökyüzü kan kırmızısına bulandı. Olduğum yerde kalakaldım; ölesiye yorgundum... Kentin üzerinde alev almış bulutları seyrettim. Endişeyle, korkuyla titriyordum. İçimde, doğanın sonsuzluğunu yaran hiç bitmeyen bir çığlık hissettim... O çığlığı duydum. Havadaki o titreşim sadece gözlerimi değil, kulaklarımı da etkiledi... Ve sonra Çığlığı resmettim...”
Karşımda Norveçli ressam
Edvard Munch’un “Çığlık” eseri. Özgün olanı. Orijinali. Ben ona bakıyorum ve Taksim Meydanı’ndan yükselen çığlığı duyuyorum. Yukarıdaki satırlar Munch’un notlarından alınma... Kentin üzerinde alev almış bulutlar, gözümün önünde biber gazı bulutuna dönüşüyor. Ressamın içinden doğanın sonsuzluğunu yaran çığlık, kadın, erkek, çocuk, yaşlı Gezi’deki tüm “gençlerin” çığlığına dönüşüyor. Gezi’nin çığlığı artık her yerde.

\n

Gazetecilik utancı

\n

Norveç’teydim. Ülkede kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği 11 Haziran 1913 tarihi, bayram niteliğinde kutlanıyordu. Bu hakkın 100. yıldönümü nedeniyle Oslo Üniversitesi, çeşitli ülkelerden davet ettiği kadın gazetecilerle “Kadınların Sesi” adlı bir konferans düzenlemişti. Türkiye’den çağrılı iki gazeteci Nadire Mater (Bianet) ve bendik.
İlk andan konferansa Taksim olayı, Gezi Parkı damgasını vurdu. Ve iki gün boyunca gündemden düşmedi. Tanrı’ya şükrettim ki Nadire de, ben de Gezi olaylarına gözlerini kapayan, yok sayan, günlerce sanki böyle bir olay yokmuş, yaşanmıyormuş
“gibi” yapan; insanlar ölesiye direnirken penguen belgeseli gösteren kuruluşlarda çalışmıyoruz. Çünkü konumuz, dönüp dolaşıp gazetecilik etiğine bağlanıyordu.
Konferansta ülkemizdeki yandaş medyanın tutumunu, medyanın aczini, patronların tutumunu, gazetecilik utancımızı anlatmamıza gerek yoktu, zaten herkes biliyordu. Kadın olma, insan olma haysiyeti üzerinde durduk. Hapiste en çok gazetecisi olan ülkelerden biriydik. Şiddete karşı direnen bir ülkeden geliyorduk. Ülkemizde yaşanmakta olanları hem dünya medyasıyla hem de Norveç televizyonu ve basınıyla paylaştık.

\n

Munch 150 yaşında

\n

Norveç Parlamentosu’nda kadın oranı yüzde 40. Oslo’nun, başkentin yapılaşma oranı yüzde 40. Yani kentin yüzde 60’ı ağaç, orman ve parklardan oluşuyor.
Şu yukarıdaki iki oran, Oslo’da geçirdiğimiz 3 gün boyunca, her an karşımıza çıktı... Biz kıskançlıktan tırnaklarımızı kemirdikçe, onlar da yatıp kalkıp bizdeki gibi yöneticilere sahip olmadıkları için tanrılarına, doğalarına ve kendilerine şükredip durdular.
“Çığlık” tablosuna dönecek olursak: Edvar Munch’un 150. doğum yıldönümü, (1863-1944) haziran başından beri tüm ülkede kutlanıyor. Oslo Ulusal Müzesi ve Munch Müzesi, “Munch 150” adıyla dünyanın belli başlı müzelerinden topladıklarıyla sanatçının 200 küsur eserini sunuyor.
600 bin nüfuslu Oslo’da en kıskandığım bir başka olay da 2008’de tamamlanan, deniz üzerine inşa edilen, o günden beri sayısız mimari ödül kazanan (Norveç firması: Snohetta) içi dışı çeşitli sanat eserleriyle donatılmış; beyaz granit ve Carrara mermerinin egemen olduğu ve bir aysberg görüntüsü taşıyan opera binasıydı! Ağla İstanbul ağla!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları