Haçla hilalin kavgası sil baştan!

22 Kasım 2015 Pazar

Amerika’da seçim kampanyası yürüten Cumhuriyetçi adaylar, İslamofobi’yi en uç noktalara taşıyarak ülkelerindeki Müslümanlara yönelik bir veri tabanı oluşturmaktan da, ülkeye girmeye çalışan “kuduz köpek”lere benzettikleri Müslüman sığınmacılara kapıyı kapatıp sadece Hristiyan sığınmacı almaktan da bahsediyorlar.
Bu tavrın karşıt kutuptan tamamlayıcısı mahiyetinde, İslamî küresel tedhit aygıtlarının, artık kendi içlerinde de terörün başını çekme yolunda yarışırcasına gerçekleştirdikleri eylemlerden bir yenisinin haberi çıkıyor karşımıza: El Kaide bağlantılı militanlar, Mali’de lüks bir otelde 170 kişiyi rehin alıp bunların arasında Kuran okuyabilenleri serbest bıraktıktan sonra (operasyonla etkisiz hale getirilirlerken) 27 kişiyi öldürdüler.

Anlaşılıyor ki artık çok başa döndük. İslam’ın modernizm ve demokrasi ile arasındaki ilişkiye yönelik tartışmada bizi çok başa, ezeli ve ebedi bir takıntıya geri götüren bir noktadayız.

Takıntının iyi işlenmiş erken bir örneği, Arnold Toynbee’de karşımıza çıkar. 20’nci yüzyılda büyük iz bırakmış Britanyalı tarihçi, modern Batı medeniyeti karşısında Doğu-İslam dünyasının iki seçenek arasında gidip gelmek zorunda olduğunu yazmıştı: “Herodyan”lık ve “Zelot”luk...

Herodyanlar (Yahudiler’in Roma yanlısı ve taklitçisi kralı Büyük Herod’dan esinle) Batı ile kültürel etkileşimi en uç noktada “taklit ve benzeme”ye vardıranlardır. Atatürk buna örnektir.

Zelotlar ise (Roma yanlısı egemenlerine karşı geleneğe sıkı sıkıya tutunmaktan yana Yahudiler’e atfen) Batı ile her türden kültürel etkileşimi “mikrobik” sayan ve buna karşı koyan tavrı anlatır. Vahhabilik de Toynbee’nin bu pozisyona verdiği örnektir.

Toynbee bu seçeneklerden birinin diğerinden daha geçerli olduğunu söylemez. Her ikisini de yetersizlik ve çaresizlik sonucu görür ve adeta Rudyard Kipling’in meşhur dizeleriyle aynı çizgide düşünür: “Doğu, Doğu’dur, Batı da Batı... Bu ikizler asla buluşamaz.”

Ayrıca Toynbee, bugünler için pek çoğumuza anlamlı gelecek şu sözleri de on yıllar önce sarf etmektedir: “Panislamizm uykudadır, ne var ki Batılılaşmış dünyanın proleter kalabalığı Batı sömürgeciliğine karşı ayaklanıp anti-Batıcı bir hareket oluşturursa uyuyan devin uyanabileceğini hesaba katmak zorundayız.”

Bu bakış açısının daha yakın karşılığı, Soğuk Savaş sonrasının dumanlı havasındaki (kimilerinin doğrudan Toynbeeesinli olduğunu da ileri sürdüğü) “şeamet tellallığı” bugün hayat bulmuş denilebilecek Samuel Huntington... “Medeniyetler çatışması”nın müellifi, sınıfsal temelli politik-ideolojik bir tehdidi (sosyalizm) savuşturmuş kapitalist Batı medeniyeti karşısında dünyanın farklı medeniyet merkezlerinin “kültürel” meydan okuma başlatacağını öngörürken ana vurguyu İslam’a yapmayı da ihmal etmemiştir.

Son beş yıldır Suriye merkezli ama bir küresel sorun mahiyetinde yaşadığımız şiddet ve çatışma ortamının güçlendirdiği iki önyargı, eski deyişle “Salip ile Hilal’in ezeli mücadelesi” takıntısına Toynbee, Kipling ve Huntington’ı da haklı çıkartarak geçerlilik kazandırdı. Batı’daki önyargı, İslam’ın demokratikleşme, farklı olana saygı gösterme, çoğulculuk ve bir arada yaşamanın koşullarını karşılayamayacağı şeklinde. İslam dünyasındaki önyargı ise adına Batı medeniyeti denilenin aslında “Yahudi-Hristiyan” geleneğin günümüzdeki devamından başka bir şey olmadığı ve “haramgünah- sefahat” batağındaki o dünyanın aslında “medeniyet” adını dahi hak etmediği şeklinde...

Papa’nın 3. Dünya Savaşı diye tanımladığı tablo, özetlediğimiz tarihsel altyapıya dayalı, karşılıklı birbirini besleyen bu önyargıların, bir dünya sisteminin doymak bilmez kâr iştahıyla bağlantılı küresel yokluk, yoksunluk ve yok oluş dinamikleri eşliğinde güncellenmesiyle şekil buluyor.

“Haçla hilalin ezeli-ebedi uyuşmazlığı ve kavgası”na takılı olanları “Gün bu gündür” dedirtecek bir mecraya doğru koşuyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları