Kakofonik ezanlar

25 Kasım 2015 Çarşamba

Ezan deyince aklıma ilk gelen, Attilâ İlhan’ın abide romanı Dersaadet’te Sabah Ezanları’nın şu unutulmaz satırlarıdır: “Dersaadet’te sabah ezanları!.. Boğaziçi’ndeki düşman zırhlılarının; Haydarpaşa ve Sirkeci garlarına, limana, kara ve deniz gümrüklerine posta ve telgraf idaresine çöreklenmiş ‘düşman’ zabitlerinin üzerinde, yalnız onlardır ki şehrin (hatta bu mülkün) asıl sahiplerinin elinden hâlâ çıkmadığını duyurmaktadır.”

İşgal İstanbul’unda geçen romanın adı, yanlış yönlendirmede bulunmasın! Attilâ İlhan bize emperyalist ordular karşısında vatan, varlık, inanç mücadelesi veren bir halkın durumunu resmederken gündelik hayatı en “ateşli” şekilde sunmaktan da kaçınmaz. İşgale ve savaşa olduğu kadar, aşka ve şehvete dair de okunacak çok şey vardır romanda.

Ama işte yukarıdaki ifade müthiştir. Bir topluluğun kimlik simgesi olarak ezan, bundan daha güzel değerlendirilemez.

Gelgelelim bugün bu memlekette sabah ezanları bambaşka motif ve motivasyonlarla okunur olmuş durumda.

Bunlar, işgal İstanbul’unun değil AKP İstanbul’unun sabah ezanları!..
AKP’nin alâmetifarikası olarak da karşımızda duran simgelerden biri, neredeyse her köşe başında, gerçekten ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın inşa edilmiş camilerin yükselen minareleri. Diğeriyse o minarelerle yarışırcasına aynı çoklukta onların yanı başında, hatta onların da üzerinde yükselen inşaat vinçleri, ama o şimdi konumuz değil, geçelim.

Birbirine neredeyse yürüme mesafesindeki camilerden sabahları hoparlörlerle hem kundaktaki bebeklerin yüreğini hoplatacak tonda, hem de onca caminin senkronize olamayıp biri 3 saniye önce, diğeri 5 saniye sonra başladığı için kakofonik şekilde ezan sesleri yükseliyor.

Bunları duyduğumda, yalan yok, şöyle düşünüyorum:

Bu memlekette ezanlar, dindarlık adına geçmiş mağduriyetlerin intikamını almak istercesine okunuyor.

Bu memlekette ezanlar, birilerine “Kalkın ey ‘kâfir mukallitleri’, siz Müslüman değil misiniz” diye heyheylenircesine okunuyor.

Bu memlekette ezanlar, insanın içini manevi bir huzurla kaplamak yerine, din adına dünyevi bir huzursuzluk yaratmak için okunuyor.
Bu memlekette ezanlar, İslâmî ibadete gönüllü çağrı olarak değil, İslâmcı iktidara zorunlu tâbilik yolunda, “teknik” olarak okunuyor.

Ve tam da böylesi bir “iktidar teknolojisi”nin aracı olarak, gayet teknolojik mahiyette hoparlörlerle okunuyor.

O yüzden de Allah’a yakınlaştırmak yerine yabancılaştırıyor. Çünkü ezan diye kulağınızı dolduran yüksek volümlü sesin sonunda “klik” diye bir ses daha duyuyor ve bir “makine”nin kapatıldığını fark ediyorsunuz. Anlıyorsunuz ki sizi ibadete davet eden bir insan sıcaklığı değil, bir amplifikatör soğukluğu.

Dolayısıyla duyduğunuz ezan, gerçek değil “simülatif”. Yani ezanın tüm işaretlerine sahip, ama maalesef ezanın kendisi değil.

Çünkü Kıbrıs’ta hoparlörlü ezan sesinin yasaklanması ama yasağın Din İşleri Başkanlığı’nca tanınmamasıyla başlayan tartışmalara ilişkin Cumhuriyet’e bir yazı gönderen Bayram Sarı’nın da kaydettiği gibi ezan ancak gerçek insan sesi ile muteber... Sözü ona bırakalım:

“Hanefi mezhebinin fıkıh uzmanı İbn-i Abidin’e göre: Dağa çarpıp yankılanan ses, insan sesi olarak kabul edilmez. Aracısız, bizzat insanın söylemesi gerekir. Yankı ile gelen ses, hakiki ses hükmünde olmadığı için, böyle duyulan bir secde ayeti için secde-i tilavet gerekmez (‘Redd’ül Muhtar’). Fıkıhçılara göre ezanın çıplak ses ile okunması gerektiği söylenmesine rağmen bu gerçeği saptırarak dine saldırı olarak görmek, büyük bir aldatmacadır.”

İşte böyle! Peki, rahmetli Attilâ İlhan sağ olsaydı ve romanına mekân oluşturan “Şehr-i İstanbul”un sabahlarını böylesi kakofonik bir gürültüye boğan mekanik ve metalik sesleri duysa, benzeri satırlar yazar mıydı dersiniz?!

Yoksa şöyle mi yazardı:

Dersaadet’te sabah ezanları!.. Onlardır ki şehrin, hatta bu mülkün, “Din-i İslâm”ı hırslarına, hınçlarına ve hırçınlıklarına alet eden iktidar sahiplerinin elinde kaldığını duyurmaktadır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları