Suriye’de kim ne istiyor?

25 Kasım 2015 Çarşamba



ABD

Rusya’nın ‘kapısı’ olmasın

Washington’ın Moskova yanlısı Baas rejimi ile sorunlu ilişkileri de eskilere dayanıyor. ABD’nin Suriye’nin ezeli düşmanı İsrail’i desteklemesi, Baas rejiminin de İsrail husumetinden hiç taviz vermemiş olması ilişkileri hep gergin tuttu.

ABD ideal olarak Suriye’de, “demokratik” görüntüsü veren seçimlerle işbaşına gelen, Batı yanlısı ve İsrail ile husumetin tonunu aşağı çekecek olan laik bir iktidarın gelmesini ister. Diğer mezhep ve inanç gruplarının haklarına saygı gösteren Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir yönetime de ilkesel olarak karşı değil. Ancak bu tür bir yönetimin Mısır’da işletilemediğini göz önünde tutuyor.

Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki üslerini kaybetmesi ise ABD için geçmişi Soğuk Savaş’a dayanan stratejik bir arzudur. ABD’nin asıl korkusu ise bugün tüm Batı’yı sarmış olan IŞİD korkusudur. 65 ülkeyi yanına alarak sürdürdüğü mücadelesini bu ve benzeri gruplara karşı odaklamış bulunuyor.

ABD Esad’ın çözüm müzakerelerinde yer olduğu fikrine de meyil etmiş bulunuyor. “Suriye’nin geleceğinde Esad’a yer yok” şeklindeki söyleminin içini ilerde nasıl dolduracağını ise şu aşamada bilmiyor. Planlarını Rusya’nın Esad’dan ve rejimden kolay vazgeçemeyeceğini varsayarak şekillendirmeye çalışıyor. Bu arada Suriye’ye asker göndermeme kararlılığını sürdürüyor.

AB

Mülteci gelmesin yeter

Kısa bir süre öncesine kadar Suriye’ye fazla bulaşmama politikası güden Avrupa, mülteci akını nedeniyle bu krizin bir an evvel sonlandırılmasının önemine uyandı. Zaten ciddi ekonomik sıkıntılar ve bunların yarattığı sosyal sorunlarla boğuşurken, kendisini AB’nin “birliğini” sarsan bir kriz ile karşı karşıya buldu. Bu durum sadece üye ülkeler arasında değil, Almanya’da görüldüğü gibi, üye ülkelerin içlerinde de ciddi siyasi tartışmalara neden oldu.

AB mülteci akımının Türkiye’de durdurulmasını istiyor. Bunun için Ankara’ya 3 milyar Euro tahsis etmeye hazırlanıyor. AB müzakereleri açısında Türkiye’ye bazı kolaylıklar sağlayabileceğinin sinyallerini de veriyor.

AB mülteci akımının Türkiye’de durdurulmasını istiyor. Bunun için Ankara’ya 3 milyar Euro tahsis etmeye hazırlanıyor. AB müzakereleri açısında Türkiye’ye bazı kolaylıklar sağlayabileceğinin sinyallerini de veriyor.

Paris saldırısından sonra Suriye krizi Avrupa için, mülteci meselesiyle iç içe girmiş bulunan aşırı İslami terör meselesine dönüştü. ABD için olduğu gibi Avrupa ülkeleri için bugünkü öncelik, Esad’dan kurtulmak değil, IŞİD ve benzeri gruplarla mücadele etmek. Avrupa aynı zamanda Şam’da göreli de olsa belli ölçüde istikrarı sağlayan laik ve Batı yanlısı bir yönetimin işbaşına gelmesini düşlüyor.

ÖSO

Bu rejim devrilsin ama...

Suriye krizinin başında kurulan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) ağırlıklı olarak Suriye ordusundan ayrılan Sünni subaylardan oluştuğu söyleniyor. Amacını “Esad rejimine karşı olan muhalefetin askeri kolu olmak ve rejimi devirmek” olarak tanımlıyor. Suriye ordusunun kendisine oranla çok daha donanımlı olması nedeniyle ÖSO ülke çapında gerilla taktikleri kullanıyor.

ÖSÖ mensupları, Esad’ın ve Baas rejimine ait unsurların Suriye müzakerelerinde hiçbir şekilde yer almamasını istiyorlar. Ortaya çıkacak olan Suriye’nin ise seçimlerle işbaşına gelmiş olan bir hükumet ile yönetilmesini istiyor. 2011’de bu yana sahada savaşıyor olmasına rağmen ÖSO istenen askeri başarıları sağlayamadı. Independent gazetesinin ünlü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk bu grubun varlığını dahi sorguluyor. Fisk’e göre Suriye’deki farklı muhalif gruplar, bir komuta zincirine bağlı oldukları görüntüsünü vermek için, içi aslında boş olan bu ismi kullanıyorlar.

2013’te Amerikan basına konuşan bazı ABD’li askeri yetkililer, ÖSO’nun yüzde 50’sinin aşırı İslamcılardan oluştuğunu iddia etmişlerdi. ÖSO’nun Suriye’deki Müslüman Kardeşler’e yardım sağlamak için kullanılan bir isimden ibaret olduğunu savunanlar da var.

 

TÜRKİYE

Kürt kartına karşı Türkmenler

AKP’nin Sünni endeksli İslamcı aidiyeti ışığında değerlendirildiğinde ve Suriye’nin Sünni ağırlıklı demografik yapısı da akıllarda tutulduğunda, Ankara’nın Şam’da, seçimlerle işbaşına gelmiş olan ve İslami eğilimleri bulunan, bu arada Türkiye’deki AKP ile yakın ilişkisi olan bir yönetimi görmek istediğini söylemek hatalı olmaz.

Türkiye aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor ve böylece ülkenin kuzeyinde özerk veya otonom bir Kürt bölgesinin ortaya çıkmasını da önlemek istiyor. Baas rejiminin geçmişte Türkmenlere uyguladığı baskıları zamanında büyük ölçüde göz ardı etmiş olsa Ankara, bundan böyle, Suriye’deki Sünni Türkmenlerin hamiliğine de soyunacaktır. Bu kartı başkalarının “Kürt kartına” karşı kullanmaya çalışacaktır.

Ancak, bu kriz konusunda yaptığı bir dizi hesap hatası nedeniyle Suriye’de ciddi zemin kaybetmiş olan Türkiye’nin istediklerini gerçekleştirebilmesi için “Suriye masasında” kendisine güçlü bir yer edinmesi gerekecek. Rusya ve İran gibi ciddi rakipleri varken bunu nasıl sağlayacağı belirsiz.

RUSYA

Akdeniz’de etkin olma savaşı

Rusya’nın Esad rejimi ile ilişkileri Sovyet dönemine dayanıyor. Rusya’nın Tartus’taki deniz üssü o günlerden kalmadır. Rusya Doğu Akdeniz’deki stratejik avantajını, Şam’ı ele geçiren Batı yanlısı veya İslamcı bir yönetim yüzünden kaybetmek istemez. Moskova, krizin başından beri Beşar el Esad’ı açıkça destekledi. Mevcut askeri anlaşmalara dayanarak da rejimi silahlandırmaya devam etti. Kısa bir süre önce Suriye’ye askeri olarak müdahele etmekle Esad rejimini sonuna kadar destekleyeceğini ortaya koydu.

Başlaması beklenen Suriye müzakerelerinde Baas rejiminin, başka bir isim altında olsa bile, ülkenin yönetiminde etkin unsur olması için çalışacaktır. Rusya ayrıca, özellikle son gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Suriye’nin geleceğinde mümkün olduğu kadar az söz sahibi olması için gayret edecektir.

Moskova Esad’ı desteklemekten de kolay vazgeçmeyecektir. Esad’a karşı olan İslamcı grupları da “aşırı- ılımlı” farkı gözetmeden aynı ölçüde hedef tahtasında tutacaktır. Kürtlere ise “potansiyel müttefik” olarak bakmaya ve desteklemeye de devam edecektir. Rus savaş uçağının düşürülmesi olayından sonra PKK konusunda da eskisi kadar hassas olmayacaktır.

IŞİD

Hedefi tüm dünyayı fethetmek!

Irak’taki varlığından ilk 2004 yılında haberdar olunan, fakat o sırada fazla ciddiye alınmayan, “Irak Şam İslam Devleti’nin” (IŞİD) ismi, “DAİŞ” diye de bilinen bu aşırı İslami grubun temel hedefini de ortaya koyuyor. İlk amacı, isminde de sözü edilen coğrafyada, şeriatın en katı tanımının geçerli olduğu bir halifelik kurmak.

Örgüt üyelerinin, kendileriyle 2014 yılının haziran ayında beklenmedik bir şekilde ele geçirdikleri Irak’ın Musul kentinde 10 gün geçiren Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer’e yaptıkları açıklamalara göre, IŞİD’in nihai hedefi “dünyayı fethetmek ve Kuran’ı kendi görüşlerine göre yorumlamayı reddeden herkesi, Müslümanlar dahil olmak üzere, öldürmek”. Bu tema, örgütün propaganda amacıyla çıkardığı Dabık dergisinde de sık sık işleniyor.

Vahşi kafa kesme görüntüleri ve katliamlarının yanı sıra, antik çağlardan kalma eserleri gözlerini kırpmadan tahrip edebilmeleri, IŞİD üyelerinin dünyevi hiçbir değere saygı duymadıklarını, tüm beklentilerini ahirete ayırdıklarını gösteriyor.

SURİYE

Yeni Suriye’de yine başrol isteği

Suriye’de 1970 yılından bu yana iktidarı demir pençe ve baskılarla elinde tutmuş olan ve liderliğini son 15 yıldır Beşar el Esad’ın yaptığı Baas rejimi, nihai analizde, ülkedeki imtiyazlı konumunu sürdürmek istiyor.

Ağırlıklı olarak Nusayrilerden oluşan, fakat laik Sünnileri de içinde barındıran rejim için bu savaş artık bir ölüm-kalım savaşına dönüşmüş bulunuyor. Rejim kendisini hâlâ önemli ölçüde destekleyen Nusayri/Aleviler ile laik kesimlerin çıkarlarını korumaya çalışıyor.

Arkasına Rusya gibi süper güç olan küresel bir müttefiki ve şu anda uluslararası itibarı yükselmekte olan İran gibi bölgesel bir müttefiki almış olmanın verdiği özgüvenle de “Yeni Suriye’nin” oluşumunda kilit rol oynamak istiyor.

Bunun mümkün olmaması ve Suriye’nin bölünme aşamasına gelmesi halinde, Şam’dan başlayarak Akdeniz sahillerine kadar uzanan bir bölgeyi kendisine ayırmak istiyor.

İRAN

Sünni bir iktidar istemiyor

İran, laik olmasına rağmen Suriye’deki Baas rejimiyle uzun yıllar boyunca sıcak askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler sürdürüyor. İsrail’in ezeli ortak düşmanları olması bu ilişkiyi besleyen ana faktörlerden biri olmuştur. Tahran, aynen Moskova gibi, Şam’ın Batı yanlısı veya Suudi Arabistan ve Türkiye’ye yakın duran Sünni bir rejimin eline geçmesini istemez. Bu nedenle Esad rejimine sahada -ister kendi gönderdiği savaşçılar, isterse Lübnan’dan gelen Hizbullah unsurlarıyla- destek vermeye devam edecektir.

İran genel Suriye politikasını, Suudi Arabistan ile Arap Baharı’ndan sonra daha da artan ve özünde mezhepsel rekabet olan bölgesel güç mücadelesine göre şekillendirmeye devam edecektir. İki ülke Suriye’de şu anda -çarpışan farklı grupları desteklemek suretiyle- “vekâleten” savaş halindedir. Viyana’daki Suriye görüşmelerine katılan iki ülkenin temel amacı, diğer tarafın gelecekte ortaya çıkacak olan Suriye’deki etkisini alabildiğine azaltmaktır.

PYD

Özerk bölge peşinde

Suriye krizi öncesinde ülkenin en ezilen tabakası olan, bu çerçevede Baas rejimi tarafından vatandaşlık haklarından tümüyle mahrum bırakılarak varlıkları yok sayılan Kürtlerin temel beklentisi, Kuzey Iraklı Kürtler gibi, kendileri için özerk bir bölge sağlamak. Bu krizin kendileri için yarattığı ve bir daha ne zaman yakalayabilecekleri belli olmayan fırsatı da bu amaçla değerlendirmeye çalışıyorlar.

Genel laik görüntüleri ve “tarih boyunca ezilen bir halkın mensupları” olarak görülmelerinden dolayı Batı’da kendilerine olan sempatiyi de bu amaçla kullanıyorlar. Büyük ölçüde Demokratik Birlik Partisi (PYD) şemsiyesi alında toplanmış olan Kürtlerin mevcut beklentileri, IŞİD ve Suriye rejiminden kazandıkları toprakları koruyabilmek ve kurdukları çeşitli Kürt “kantonlarının” arasındaki bölgeleri birleştirerek, kendilerine Akdeniz’e açılan ve Kuzey Irak ile irtibatlı olan bir koridorun kurulmasını sağlamaktır.

Türkiye ve İran’ın kendilerine dönük engelleme çabalarını ise Batı’yı Suriye’de kendilerine müttefik yapmış olmanın sağladığı avantajlar sayesinde aşmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin Suriye masasında Türkmenlere yer sağlama çabalarına karşın, başta ABD olmak üzere, kendilerine sempati ile bakan Avrupa devletlerinin hamiliğini kazanmaya gayret ediyorlar.

TÜRKMENLER

İslami devlet beklentisi

Sünni-Şii ekseninde bölünmüş olan Suriye’deki Türkmen gruplarının farklı beklentileri var. Şii olanların önemli bir bölümü rejim ile hareket ederken, Sünni olanlar rejime karşı savaşıyorlar. Türkiye’de son dönemde isimlerinden çok söz edilen ve Suriye Ordusu, Rus savaş uçakları ve Kürtler arasında sıkışmış bulunan Bayırbucak Türkmenleri buna dahil.

Lazkiye’nin kuzeyinde Türkmen Dağı’na günlerdir bomba yağdıran Rusya’ya ve birçok Batılı gözlemciye göre Sünni Türkmenlerin arasında aşırı dinci unsurlar ağır basıyor. Rejim ile çarpışan Türkmenlerin amacı, kendi bölgelerinde varlıklarını İslami kurallara göre sürdürebilmek. Sünni Türkmenlerin en acil temel beklentileri ise Suriye ordusuna ve Rusya hava kuvvetlerine karşı koymalarını sağlayacak ağır silahlar. Türkmenler ayrıca Türkiye’nin hamiliği ile Suriye müzakerelerinde haklarının korunmasını hedefliyorlar.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları