Hikmet Çetinkaya

Biz demokrasi sevdalısıyız...

28 Kasım 2015 Cumartesi

Umut, bizim sevdamız oldu hep... Baskılar, zulümler işkenceler... Şehitlerimiz oldu, alçakça katledilen yazarlarımız...
Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı,Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Onat Kutlar...
Ziverbey işkencelerinden geçenler oldu, İlhan Selçuk gibi...
12 Eylül’de tutuklanan yazarlarımız, muhabirlerimiz...
Hiç ama hiç umudumuzu yitirmedik, laik demokratik Cumhuriyetten, hukukun üstünlüğünden, adalette eşitlik-dürüstlük ilkesinde yana tavır koyduk.
Hep ama hep, “savaş değil barış” diyerek temel hak ve özgürlükleri savunduk...
Yazımı yazarken Cumhuriyet’in bahçesi, anayolda toplanmış okurlar, dostlar, temel hak ve özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü savunanlar Türkiye’nin yaşadığı utanca karşı demokratik tepkisini ortaya koyuyordu...
Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar, Erdem Gül’ün eşi Aslı Gül dimdik ayaktaydı...
Gözlerinde sevdalı bir hüzün bulutu...
Sevgi, umut!
Erdem’in annesi Fatma Gül’ün o çığlığını konuşuyordu herkes:
“Benim oğlum doğrudan yanadır, hata yapmaz... Ben çocuklarımı babası hapisteyken fındık ve çay toplayarak yetiştirdim...”
TÖB-DER’li öğretmen Ziya Gül’ün oğluydu Erdem.
Baba Ziya Gül 12 Eylül darbesinin ardından TÖB-DER davasında yargılanmış beş yıl hapis yatmıştı...
Bizler alışkındık zindanlara, işkencelere, ölümlere...
Başımız dikti ve hep öyle kalacaktı...
Ezenden değil ezilenden yanan, halkların kardeşliğinden, hukuk devletinden yana...

*** 

Can ve Erdem, Silivri zindanında ikinci gecelerini dün geçirdiler...
Sabah gazeteye geldim...
Öğle saatlerine doğru, demokrasi veözgürlük sevdalısı insanlar bahçeyi ve Cumhuriyet’in önünü doldurmaya başladı.
Gazeteciler, sanatçılar, emekçiler, siyasetçiler...
Solcular, sosyalistler, mufazakârlar, yurtseverler...
Umutlarını yitirmeyenler, baskıya, zulme karşı demokratik haklarını kullananlar.
Can’ın odasına çıktım...
Kalabalıktı...
Masasında günlük gazeteler duruyordu, açılmamış halde.
Bir süre kaldım, kendi odama indim, cumhuriyet.com.tr’yi açtım...
Can’ın masasının fotoğrafı ve kısa bir haber:
“Can Dündar’ın odasındaki gazeteler bugün hiç açılmadı. Dündar’ın gazeteyi yönettiği odasında okuduğu eski tarihli gazeteler, kitaplar, günlük giysileri yanında tutuklanmasına gerekçe olan haberin ardından yayımlanan Cumhuriyet gazetesinin bir nüshası vardı: ‘Sorumlu Benim’ manşetli gazete aylardır Can Dündar’ın masasında duruyordu.”
Can Dündar ve Erdem Gül...
Yaşama, gazeteciliğe, demokrasiye, evrensel hukuka, özgürlüğe sevdalı iki gazeteci.
Onlar zindana atılabilir; ancak yüreğimizden sökülüp alınamaz...
Hele hele arkalarında yürekli, bilinçli, sağduyulu iki kadın olursa: Dilek Dündar ve Aslı Gül...
Elbet arkalarında Cumhuriyet çalışanları var, okurları var, demokrasi sevdalısı herkes var...
Sağcı, solcu, dinci, dinsiz ne fark eder!

*** 

Can Dündar ve Erdem Gül...
Onlar iki yiğit gazeteci!
Gazetecinin görevi haber yapmaktır, dün yazdım uzun uzun...
Can Dündar’ın son yazısının (23 Kasım Pazartesi) başlığı şuydu:
“Bağımsızlık, bizim karakterimiz.”
Yazı şöyle başlıyordu:
“Lise yıllarım ‘Ülkücülerin kalesi’ olarak nam yapmış bir okulda geçti. Okulun girişindeki panoda ‘Komünizm görüldüğü her yerde ezilmelidir’ yazısı asılıydı; altında Kemal Atatürk imzasıyla.
Sonra yönetim değişti. Okula sevgili Hocam Vecihi Timuroğlu müdür olarak atandı. Bir sabah geldik ki, girişteki Atatürk’e ait olmayan cümle değişmiş, yerine onun çok anlamlı bir sözü asılmış:
-Bağımsızlık benim karakterimdir.
Mustafa Kemal Atatürk...”

Can, daha sonra şöyle diyordu okurlara:
“Bağımsızlık Atatürk’ün karakterine yakıştığı kadar, kurduğu Cumhuriyete ve Cumhuriyet gazetesine de yaraşıyor...”
Kucak dolusu selam, Can ve Erdem, herkesin adına...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları