‘Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka Krallığı’nda ...’

30 Kasım 2015 Pazartesi

Evet, yanılmadınız! Neredeyse dört yüz yaşında bir alıntı. Shakespeare’in “Hamlet”inden.
Cumhuriyet’teki ilk köşe yazılarımdan birinin başlığıydı. Şimdi aradan neredeyse otuz yıldan fazla zaman geçti. “Hamlet”in Danimarka’sı dört yüz yıldan bu yana çok değişti. Ama bizim cumhuriyetten bozma krallığımızda değişen kayda değer bir şey yok. Ya da belki var. Son on, on iki yıldır çürüme, iliklerimize kadar işledi. Ve bu çürümeyi öyle bir içselleştirdik ki, artık çürümenin her yeni örneğini -herhalde bunca tekdüzelikten canımız sıkılmasın diye- sanki ilk kez başımıza geliyormuş gibi karşılamaya koyulduk.

Şu içselleştirdiğimiz çürüme...
Basın özgürlüğü tutuklandı...”
Can Dündar ile Erdem Gül’ün evrensel bir insanlık suçundan farksız tutuklanmalarının ardından tedavüle çıkardığımız yeni yakınmamız böyle. Üstelik henüz yüz yılı bulmamış bir cumhuriyetin tarihinde örnekleri neredeyse sayısıza uzanmakta olan bir suçun hemen arkasından, yakınmamız sanki böyle bir yüz karası ile ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi taptaze tınılarla örülü.
Ama unutulan -ya da aslında belki de bugüne kadar daha hiç bilinmemiş olan- gerçek şu ki biz, artık kurumlaşmış bir cehaletin potasında ve bir alıntılar ormanında aydınlanma yolunu çoktan yitirmiş bir toplumuz. Ve bu durumdaki her toplum gibi, yolumuzu hep yeni sanki’lerin düzmece ışığında aramak peşindeyiz. Örneğin şu “sanki basın özgürlüğü her şeymiş” gibi bir algı yaratmaya sarmak merakı.

Hangi özgürlük?
Ali Sirmen, birkaç akşam önce Halk TV’deki konuşmasında her zamanki yalın anlatımıyla bu bağlamdaki gerçeği dile getirdi: “Basın özgürlüğü, sırf kendisi için var olan bir özgürlük değildir; aslında basını izleyen halkın özgürlüğüdür… ve bu gerçek algılanmadıkça, algılatılamadıkça, kendi başına bir işe yaramaz!
Bu algıyı yeterince yaratabilen bir basınımız ne zamandan beri ve ne ölçüde var? Var mı, yoksa bu konuda da kendimizi daha çok “sanki”lerle, örneğin basının ancak yüz karası sayılabilecek örneklerle mi aldatmaktayız – hani tıpkı “yetmez ama evet”çilerin özgürlükler ve anayasa konusunda yaptıkları gibi?
Evet, sırası gelmişken bir nebze de şu “özgürlük” kavramına dokunalım isterseniz! Ve son yaşadığımız Can Dündar-Erdem Gül rezaletinin yankıları sürerken, bir de şunu soralım: Biz, çoğunluğu özgürlüğü gerçekten isteyen bireylerden oluşma bir toplum muyuz? İç dünyamızın aynasında kendimize baktığımızda, orada hep özgürlüğü ödünsüz isteyen ve uygulayabilen suretlerle mi karşılaşıyoruz, yoksa...
Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü demir parmaklıkların arkasına yollayanlara gelince, onlar için de bir alıntım var. Marquis de Sade, Bastille zindanına atıldığında şöyle yazmıştı: “Ey insanlar, asıl şimdi korkun benden! Çünkü beni düşüncelerimle baş başa bıraktınız!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları