Pavli'nin Avare Hayatı

30 Temmuz 2013 Salı

Çenesine kadar inen gür kıvırcık favorileri vardı. Tepesi dazlak kocaman bir kafası. Kafasının iki yanında kabarık saçları. Yüzünde derin ve yüksek bir ifade. Ağzının kenarları hep sitemle kıvrılırdı. Başı hafif öne eğik, bakışları alttan alttandı. Etrafa hep kaşlarını çatarak ya da yukarı yukarı kaldırarak bakardı. Vücudunun iriliğiyle, hislerinin coşkunluğu birleşir, sanki her an birini dövecekmiş, sanki her an birine girişecekmiş gibi biraz sitemli, biraz da kabadayı yürürdü. Kocaman bir göbeği, iri elleri vardı. Kimselere benzemezdi. Benim sokaktan tanıdığım, azıcık tanıdığım, ama sokaklara, şehre, hayata dair çok şey öğrendiğim, tuhaf arkadaşlarımdan biriydi.
Pavli.
Ölmüş.
50’li yaşlarında gösteren, ama 70’ine yaklaşmış; işinde gücünde, ama avare bir gezgindi Pavli. Hikâyesi İstanbul’un tüm avarelerininki gibi yarı neşeli, yarı gölgeli. Doğma büyüme Tepebaşılıydı; yazları çoğu Rum gibi Büyükadalı. Huysuz görünürdü. Onu tanımayanlar, ondan korkarlardı. Kendi muhtemelen hiç öğrenmedi ama bir çizgi roman kahramanıydı.
Bülent Üstün, Kötü Kedi Şerafettin”in aksi ve bıçkın babasını olduğu gibi Pavli’den esinlenerek çizmişti. Onunla ne zaman tanıştık, ne zaman sohbet etmeye başladık bilmiyorum. O hep vardı, sokaklardaydı. Tramvaya binerim, Pavli de tramvayda. Ada vapurundayım Pavli vapurun kıçındaki üstü açık alanda. Galatasaray’da yürürüm, Pavli karşıdan gelir. Ben yokuş aşağı Karaköy’e inerken o oflaya puflaya yokuş yukarı Tünel’e çıkar. Sıraselviler’den Cihangir’e doğru koştururum, Pavli Savoy’da, bana uzaktan laf atar. Firuzağa Kahvesi’nde çay içerim, o dev vücudunun altında oyuncak gibi kalan minik bisikletiyle önümden geçip Defterdar Yokuşu’ndan aşağıya salınır.
Gezeriz biz, Pavli ve ben. Şehri köşe bucak hep gezeriz ve hep kesişiriz. Bazen uzaktan bir iki kelimeyle hal hatır sorarız birbirimize, bazen ayak üstü durup dakikalarca konuşuruz. Vakit varsa bir bardak çay içeriz kahvede. Havalardan bahsederiz. Hükümete verip veriştiririz. İstanbul’un kalabalığından yakınırız. Zayıflar, nasıl kilo verdiğini anlatır. Şişmanlar, nasıl şişmanladığını. Kapalıçarşı’da işlerin durgunluğundan bahseder. Büyükada’nın eski günlerinden söz eder. İngiltere’deki evlilik macerasını dinlerim. Adada âşık olduğu sevgilisinin sonu buruk biten hikâyesinde ikimizin de gözü dolar. Başka bir zaman bir reklam filminde nasıl muhteşem rol yaptığını öğrenirim. Bir Yunan tanrısını canladırmıştır. Tanrılardan daha tanrı olmuş, herkese oyunculuğuyla parmak ısırtmıştır. Bazı şeyleri de hiç anlatmaz. Hayatını altüst eden o cinayeti mesela. Hapishanede yaşadıklarını. Ailesinden kopuşunu. Şehri bir uçtan bir uca, kimselerle konuşmadan yürürken kafasından neler geçtiğini. Yalnızlığı neden seçtiğini. Yalnızlıktan neler umduğunu. Anlatmaz.
Şehri sever, ama sevdiği şeyleri hep terk etmiştir; onu da terk etmek ister. Gidemez. Gitmeyi kendine yediremez.
Rumlara özgü vurgularla
‘r’lerin üzerine basa basa “İstanbul bitti artık” der, “Bitti. İyi ki terk ettiniz buraları; çok kalma hadi dön hemen köyüne”...
Sonra o yoluna... Ben yoluma.
Her ayrılışımızda içime bir kurt düşer. Ya bir gün karşılaşmaz olursak? Ne çok şey eksilir benim için İstanbul’dan...
Pavli birkaç gün önce, o içime düşen kurdun kemirdiği kara delikten kayıp gitmiş; ölmüş. O, dolaşıp durduğu sokaklarda hastalanmış önce. Kötü kötü kan kusmaya başlamış. Arkadaşları onu her gün önünden geçip gittiği Taksim İlkyardım’a yatırmışlar. Kan şekeri çok yüksekmiş. Böbrekleri de felaketmiş. Serumlar, ilaçlar... Derken hava kararmış, Pavli hastanede yatma fikrine sinirlenmiş, her gün önünden geçtiği İlkyardım’dan kaçmış. Her gün çay içip tatlı yediği, keyif sürdüğü Savoy Pastanesi’ne gitmiş. Yine sevdiği şeyleri yemiş, içmiş. Sonra eve gitmiş. Sonra da orada tek başına ölmüş.
Şehrin en keyfine düşkün, asabi ve biraz da hüzünlü avaresiydi. Ölümü de haliyle öyle olmuş. Keyif peşinde, asabi, hüzünlü ve avarece.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları