Gezi, İhbar Zihniyeti ve CHP Ne Yapmalı?

03 Ağustos 2013 Cumartesi

Ancak Gezi ve arkasından yaşanan sürecin iktidarı etkilediğini, endişeye sevk ettiğini, son günlerde yoğun bir biçimde ve birbirinden farklı alanlarda başvurulan baskıcı yöntemlere bakarak bile, parayla yaptırılan kamuoyu yoklamalarını bir kenara bırakırsak, AKP’nin eridiğini rahatlıkla söylememiz mümkün.

Peki, Gezi’yle birlikte topluma yayılan enerji, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefet partileri tarafından ne kadar değerlendirilebiliyor?
Sokaktaki muhalif ruhu bir araya getirip lehlerine kanalize etme, bu yolla bu tarihi olayların genç ve canlı enerjisini kendi enerjileriyle birleştirme ve iktidar karşısında kuvvetlenme fırsatını kaçırmamaları gereken bir dönemden geçiyorlar halbuki.

Gezi ruhunu hayata geçirmek için demokratik kanallar açık tutulmalıdır. Protestolara katılanların sokaklarda hak aramaktan, muhalefet yapmaktan fazlasını gerçekleştirmesi, taleplerinin siyasi anlamda ete kemiğe büründürülmesi için temsil, var olma ve kendilerini ifade etme hakları olanaklı hale getirilmelidir.
Yaklaşan yerel seçimlere hazırlık sürecinde bunu başarmak için yapılması gereken parti tüzüğünde yazılı olanların ötesine geçerek tarihi bir fırsatı yakalamaktır.
Yerel yönetim seçimlerinde CHP’nin adaylarını kendi üye ve delegeleriyle, önseçimle belirlemesinin bile toplumsal muhalefetin örgütlenmesi ve sandığa yansıtılması için yeterli olamayacağı ortadayken üstüne üstlük adaylarını merkez yoklamasıyla veyahut da eğilim yoklaması gibi yol ve yöntemlerle belirlemesi seçim yenilgisinin daha baştan kabulünden başka bir şey değildir. Peki, ne yapmalı?
CHP meclis üyesi ve belediye başkan adaylarının belirlenmesi, meydanlara konulacak sandıklarla, tüm yurttaşların oy kullanmasına açık, yargı denetimindeki bir seçimle gerçekleştirilmelidir.
Kendini ilgili, yetkili ve sorumlu gören yurttaşlar önlerine konulan sandıkta adayları belirleme, yerel yöneticilerini seçme ve yönetme şansına böylece erişebileceklerdir. Ayrıca adaylık başvuru parası kaldırılmalı ve bu gönüllülük esasına dayandırılmalıdır.
İkinci aşamada ise sandıklarda oy kullanmak yetmez; yurttaşlar kullandıkları oylarına sahip çıkarsa hiç kimsenin ummadığı ve beklemediği başarı sürpriz olmayacaktır.
Bu söylediğimiz hayata geçirilirse Türkiye siyaseti ve demokrasisi bundan kazançlı çıkacak,
Kılıçdaroğlu da ismini tarihe yazdıracaktır.
Böylece hem ülkedeki demokratik siyaset zeminini ve hem de sahip oldukları kısıtlı muhalefet alanlarını ve güçlerini artırmış olmazlar mı?
Aksi halde yapılan muhalefet, bilhassa da Gezi olaylarında ortaya çıkan ve iktidarın çekindiği enerjinin yanında, hâlâ zayıf ve sıradan görünmeye devam edecektir.
Diğer yandan iktidar partisine ait söz konusu çekincenin dışavurumu yepyeni ve son derece karanlık mekanizmaların işletilmesiyle daha da belirginleşiyor: Her gün yeni bir sindirme ve korkutma politikası, otoriter yönetimin toplumu kontrol etme hamlelerinin baskıya dönüşme eğilimleri…
Mahallelere
“Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” ismi altında ihbar kutuları, bir diğer tabirle ispiyon kutuları yerleştirme fikri bu iktidara özel yenilikçi bir yaklaşım değil tabii; fikrin çıkış noktası ta Abdülhamit dönemine, fikri en çok benimseyip sistemi kullananların “muhterem muhbir vatandaş” olarak yüceltilmeleri ise 12 Mart 1971 darbeci dönemine rastlar.
Tüm bunlar insanları biraz daha ayrıştırıp, toplumdaki fay hatlarını derinleştirip adeta komşuyu komşuya, insanı insana düşürme projeleri, geleceğin, toplumsal hoşgörü, anlayış ve sağduyu temelleri yerine kin, nefret ve öç alma zemininde inşa edilmesine sebep olmaktadır.
Sadece mahallelerde de değil üstelik,
“toplumsal suskunluk” ve “itaat” kültürünü yerleştirme çabası doğrultusunda hiçbir silahlı çatışmaya, herhangi bir yakıp yıkma eylemine dahil olmasa da yalnızca derdini yüksek sesle dile getiren, duvara yazı yazan ya da yürüyüş yapan burs sahibi üniversite öğrencilerinin elinden burslarının alınabilmesini getiren yönetmelikler de konuşuluyor ve yürürlüğe sokuluyor bugünlerde.
Üniversitelere, yani polislerin en son girmeleri gereken yerlere, yeniden polis sokulması da yine aynı başlık altında değerlendirilebilir. Tabii bu durum statlar ve taraftarlar için de geçerli.
Protesto fobisine bağlı olarak getirilen baskı girişimlerinin, insan haklarıyla çelişen, toplumu kutuplaştıran tarafları bir yana; bu türden icatların insanlar üzerinde otoriteyi sağlamak yerine, zaten herkesin
“tef gibi gergin” olduğu bir dönemde onları daha çok kışkırtmaya ve çok daha istenmeyen neticelerin ortaya çıkmasına yarayacağını söylemek de yanlış ya da ilginç olmayacaktır.
Uzun lafın kısası; baskı ve sindirme araçlarıyla uzun vadede bugüne kadar hangi istenmeyen toplumsal hareketin önüne geçilebildi ki bu yöntemler 21. yüzyıl Türkiye’sinde sonuç versin…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları