Bayramda Acı Şeker

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Bayram tüm Müslümanlar için ramazanı geçirmiş olmanın iç huzuru ile umut, barış, dostluk, birlik zamanı anlamına geliyor, gelmesi gerekiyor. Ne yazık ki Müslüman dünyası bu duygulardan, huzurdan çok uzak bir dönemden geçiyor.

\n

Kanlı ufuklarda kısa bir tur

\n

Tunus’tan Zanzibar’a, Suriye’den Sri Lanka’ya Müslümanlar ya kendi aralarında ya da Hıristiyan ve Hindu dininden gruplarla çatışma halindeler. Bu çatışma ve kargaşa da yalnızca dinlerden kaynaklanmıyor. Dinler ne barışçıdır ne de hoşgörülü. Her din, diğer dinleri dışlayan mutlak hakikatlere dayanır, mutlak inanç talep eder. İnsanlığın 21. yüzyılına göre ağır, kısıtlayıcı kurallar, yasalar ve cezalandırma, “ötekini” tanımlama biçimleri içerir. Yine de tüm bunlara karşın o dinleri benimsemiş insanların her zaman en aşırı, en sert biçimleri seçmediklerini, değişik toplumlarda değişik hoşgörü düzeyleri sergileyebildiklerini biliyoruz.
Esas sorun,
“siyasi ontolojinin” merkezine dini çelişkileri ve mutlakıyetleri koymaktan kaynaklanıyor. Dini çelişkiler ve mutlakıyetler, siyaseti belirlemeye başlayınca da siyasetin en önemli etkinliği, uzlaşma ve pazarlık için yer kalmıyor.
İslamın, yüzyıllardır bir arada yaşamayı beceren Sünni ve Şii kanatları, ABD bir
imparatorluk projesi bağlamında büyük Ortadoğu coğrafyasını tanımlayıp yeniden şekillendirmeye başladığından bu yana, adeta ölümcül bir savaşa girmiş gibi görünüyorlar.
Bu savaşın en kanlı sahnesi, bir süredir, başka ülkelerden gelen Sünni ve Şii savaşçıların çabalarıyla, AKP Türkiye’si de dahil birçok devletin askeri, mali araçlarla burnunu sokmasıyla
Suriye’de şekillenmiş durumda. Bu iç savaşta 100 binden fazla Müslüman öldü. Kentler, yaşam alanları tahrip oldu. Sayıları yüz binlerle ifade edilen bir göçmen kitlesi oluştu. Bu savaş, Lübnan’a sıçradı, Türkiye’yi etkiliyor, Ürdün’ü sarsıyor.
Mısırlı Selefi lider Şeyh Yusuf El Karadavi bir fetvayla, tüm Sünni Müslümanları Suriye’de Esad rejimine ve Lübnan’da Hizbullah’a karşı savaşmaya çağırıyor. Selefi militanlar Mısır’da Kıpti Hıristiyanlara, Irak’ta Şii halka, Tunus’ta seküler siyasetçilere, Zanzibar’da Hıristiyan liderlere, kiliselere, hatta turistlere saldırıyorlar.
Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler örgütü, ülkenin ekonomik siyasi sorunlarını çözmek yerine totaliter bir rejim kurmaya kalkınca, ülke yeniden patladı, ordu siyasete doğrudan müdahale etti, MK hükümetini devirdi, liderlerini tutukladı, ülke bir iç savaşın eşiğine geldi. Kıpti Hıristiyan azınlık da iki ateş arasında kaldı.
Libya’da, Kaddafi rejimi NATO uçaklarıyla yıkıldıktan sonra, “betona düşmüş karpuz” gibi her parçasında bir Müslüman savaş lordu ganimetlerini korumaya çalışıyor. Selefi örgütler, Kuzey Afrika ve Mağrip El Kaidesi adı altında örgütlenerek silahlarıyla Mali’ye, Somali’ye Yemen’e geçiyorlar. Halk ise bu felaketin ortasında bugünden yarına ne olacağını bilemeden yaşamaya çalışıyor.
Tunus’ta Müslüman Kardeşler şubesi Ennahta’nın hükümeti ne yönetebiliyor ne de Selefi çeteleri denetim altında tutabiliyor. Aksine kendi kurduğu “devrim muhafızları” benzeri mahalle örgütleriyle sokaklara egemen olmaya çalışıyor. Buna karşılık, peş peşe iki muhalefet liderinin katledilmesinden sonra seküler muhalefet ayakta, işçi sınıfı genel grevle topluma bir düzen getirmeye, demokrasiyi ilerletmeye çalışıyor.
Şii Sünni çatışması yetmezmiş gibi kendi anlayışı dışındaki tüm diğer Sünni Müslümanları kâf
ir, Şiileri şeytan sayan Selefi ya da Tekfiri olarak bilinen çok sekter bir Sünni akım, Müslüman topluluklarda, Suriye’den Tunus’a, ek bir çatlak açıyor.

\n

Dinler dinlere karşı

\n

Müslümanlar kendi içlerinde çatışıyorlar. İktidara gelen İslamcı partiler, bir daha gitmemek niyetiyle toplumları yeniden şekillendirmeye, rakiplerini tasfiye etmeye girişerek siyasi patlamalara zemin yaratıyorlar. Ancak bu öykünün yalnızca bir kısmı. Müslümanlar diğer dinlerden gruplarla da birlikte yaşamakta zorluk çekiyorlar, Tabii ki bu durum yalnızca onlardan kaynaklanmıyor. Hindistan’da ülke bağımsızlığını elde ederken emperyalizmin ektiği zehirli tohumlar hâlâ meyve vermeye devam ediyor: Hindu milliyetçileri sık sık Müslüman azınlıklara saldırarak katliamlar yapıyorlar. Geçen hafta Keşmir’de çatışmalar yeniden alevlendi, yine evler yakılıyor, insanlar öldürülüyor.
Sri Lanka bir başka kanayan yara. Hindu egemen sınıfı Tamil Kaplanları’nı adeta bir soykırımla yok ettikten sonra, dikkatini yüzyıllardır barış içinde yaşadığı Müslüman azınlığa çevirmiş görünüyor. Irkçı ve sekter Budist Bodu Bala Sena (Budist İktidar Gücü) grubu Müslümanlara savaş açmış durumda, lideri Galagoda Gnanasara, Müslümanlara yaşam alanı sunan demokratik değerlerin Sinala ırkını, Budist kültürü yok etmekte olduğunu savunuyor. Nasıl Yusuf El Karadavi Sünnileri, Şiilere karşı savaşa çağırıyorsa, Gnanasara, Budistleri “Müslümanların aşırılıklarına karşı polislik yapma”ya çağırıyor.
Hindistan ve Sri Lanka’da saldırı altında olan Müslümanlar da
Mısır, Pakistan, Endonezya ve Zanzibar’da Hıristiyanları, diğer dinleri baskı altına almaya, hatta yok etmeye çalışıyorlar.
Moderniteyle birlikte, dini aidiyetler geri plana itilmeye başlamış,
siyasi ontolojinin merkezine her zaman pazarlığa, yoruma, eleştiriye ve uzlaşmaya olanak veren ulus, daha da birleştirici bir soyut aidiyetten kaynaklanan sınıf kimlikleri ve çelişkileri oturmuştu. Ancak modernitenin ırksal üstünlük teorilerini, etnik ulusçuluğu içeren karanlık bir yüzü de vardı.
Yirminci yılın son çeyreğinde, modernitenin karanlık yüzünden kurtulmaya çalışırken adeta “
banyodaki kirli suyla (ırkçılık ve etnik ulusçuluk) beraber banyodaki bebekleri (sivil ulusçuluk, seküler vatandaşlık ve sınıf aidiyetlerini) kanalizasyona dökmeye kalkmakpostmodernizmin ve liberal solun katkılarıyla moderniteden geriye, reaksiyoner etnik aidiyetlere, dinci paradigmalara geri dönmeye niyetli akımların değirmenine su taşıdı.
ABD’nin hegemonya restorasyonu projesi içinde dünya halklarını
“uygarlıklar”, uygarlıkları da dini aidiyetler üzerinden tanımlama çabasının katkılarıyla bu geri dönüş tüm insanlığa artık çok pahalıya mal olmaya başladı. En ağır fatura, egemen sınıfları ve egemen ekonomik siyasi sistemin getirdiği sorunları, emperyalizmi unutarak, birbirlerini din adına katletmeye itilen yoksul halk çocuklarına hem de kendini aşkın bir amaç uğruna feda etmeye hazır en parlak çocuklarına çıkmaya başladı. Artık bayramlarda şekerler tatlı değil!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları