'Devlet sırrı da yok casusluk da'

06 Aralık 2015 Pazar

Eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, emeklilik sürecindeki pek çok istihbaratçının aksine fikirlerini kamuoyu önünde paylaşan bir isim. Açılımın a’sından haberdar olunmadığı günlerde, demokratikleşme olmadıkça Kürt sorununun çözülemeyeceğine dair tespitleri ile alışılagelen istihbaratçı profilinin de dışına çıkan biri.

İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan Öneş, 1966 yılında girdiği istihbarat teşkilatında, MİT Diyarbakır Bölge Başkanlığı, Psikolojik İstihbarat Başkanlığı, Personel Başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Sönmez Köksal’ın yönetiminde MİT’in sivilleşmesi sürecinin aktörlerinden biri oldu. 2005 yılında İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı pozisyonundan emekli oldu.

Öneş’e istihbaratın kapsama alanındaki Türkiye’nin gündem bagajını dolduran başlıkları sorduk. Söyleşinin bugünkü bölümünde Öneş’in, Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’ün tutuklanmasına ilişkin değerlendirmeleri var.

Mesele basın özgürlüğü

-Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına “çünkü devlet sırrını ifşa ettiler” diyenler için özellikle soralım: Devlet sırrı nedir?

“Devlet sırrı” diyenler, Can Dündar’ın ve Erdem Gül’ün yaptıkları haberlerle, açıklanması durumunda devletin zarar göreceği gizli bilgileri yayımladıkları iddiasından hareket ediyorlar. Oysa devlet sırrı denilen olayın, yani MİT tır’ları meselesinin ortaya çıkışının, kamuoyuna mal oluşunun, ulusal ve uluslararası medyanın yanı sıra sosyal medyada da çok açık biçimde yer almasının üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçmiştir.

Ocak 2014’te gerçekleşen MİT tır’ları hadisesiyle ilgili olarak Dündar ve Gül’ün yaptıkları haberlere baktığımızda ise takvim Mayıs-Haziran 2015’i gösteriyor. Artık sır niteliği kalmayan, kamuoyunca bilinen bir meselenin medyada bir buçuk sene sonra yeniden kullanılmasının tarifinin devlet sırrı olarak yapılması mümkün değildir. O bakımdan böyle bir iddia ile yargılamanın temelden geçersiz olması gerekir.

-Meselenin esası sizce nedir?

Esas mesele, bu haberin kullanılmasının doğrudan basın özgürlüğü ile ilgili olmasıdır. Basın özgürlüğü olmadan demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Can Dündar’ların haberciliğinin basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi lazım. Basın özgürlüğünü açıkça ihlal eden böylesine bir olayın, tüm evrensel hukuk kriterlerine aykırı olarak kullanılması gerçekten vahim.

-Meselenin devlet sırrına iteklenmesi neyin göstergesi?

İddia meselenin bir basın özgürlüğü meselesi olmadığı. İddia edilen ise Fethullah Gülen Terör Örgütü ile işbirliği içinde bir casusluk faaliyeti yapıldığı. Bu hukuki düşünce ve demokratik adalet sistemi içerisinde değerlendirilebilecek bir durum değil, bir zorlama.

-İstihbarat servislerinin işleyişinde devlet sırrı nerede durur?

Devlet sırrı istihbarat servisi ile ilişkilendirildiğinde ortada bir casusluk faaliyetinin olması gerçekliği var.

-Casusluk nerede başlar, kime casus, neye casusluk denir?

Subjektif casusluk olmaz. Casusluk bir devlete veya bir güce, kendi devletinin aleyhinde bilinçli şekilde hizmet etme olayıdır. Bunun da ispatlanması gerekir. Açıkça suçüstü yapılması, suçüstü delillere sahip olunması ve bireyle mutlak suretle ilişkilendirilmesi gerekir. Bunların dışında bir delile dayanmadan böylesine bir iddianın yapılması, kişisel temel hakları doğrudan ortadan kaldıran, düşünce ve ifade özgürlüğünü yok eden bir zihniyetin uygulama şeklini gösterir.

-Erdem Gül ve Can Dündar’ın yargılanmalarına gerekçe gösterilen haberler 20 yıl önce olsaydı, devlet yine bugün davrandığı gibi mi davranırdı?

Böylesine gerekçesiz, herhangi bir delile ve suçüstüne dayanmayan bir olayla ilgili olarak casusluk suçlamasına 20 yıl önce de zorlama denirdi.

-Sizce devletin hareket etme tarzında bu anlamda bir değişiklik var mı?

Devleti total bir yapı olarak göstermeyelim. Burada devletle bireyleri de ayırmadan söylemeliyiz ki, demokratik gelişmelere rağmen bu “zorlama” zihniyetin devamlılığını gösteren somut bir örnek daha yaşamaktayız.

-Casusluğun ne olduğunu en iyi istihbarat teşkilatları bilir, değil mi?

Şüphesiz.

-İstihbarat teşkilatının suçüstü yapmadığı ve meslektaşlarımızın casuslukla itham edildiği bu yaşananın adı nedir o halde?

İstihbarat teşkilatımızın suçüstü yapmadığı bir olayın savcılık tarafından iddia iddia haline getiriliş şekliyle, bu da ilginç ve yeni bir örnek oluyor tabii.

-1 ve 19 Ocak 2014’te yaşananların, MİT tır’ları hadisesinin adı neydi sizce?

Tır’ların durdurulması, iktidar içi bir kavganın, kendilerinin ifade ettikleri gibi, cemaatin bürokratlarıyla siyasi iktidar arasındaki çatışmanın ortaya çıkardığı bir sonuçtu. Şunu da açıklıkla ifade edelim. Bir devlet, anayasal ve yasal yapılanmasının dışında, böyle bir teşkilatlanmanın hareketine hiçbir zaman cevaz vermez. Buna imkân verilemez.

Bu konunun da yine hukukun, anayasal sistemin ortaya koyduğu ilkeler çerçevesinde ortadan kaldırılması kaçınılmazdır ve meşrudur. Bu birinci husus. İkinci husus: Böylesine bir yapının devlet aygıtı içerisinde geçmişi uzun senelere dayanan şekilde yapılanması, devlet aygıtı içinde bilinerek işleyişinin ve işbirliğinin sağlanması da üzerinde önemle durulması gereken diğer konudur. Tüm bunlar Türkiye siyasetlerinin, ders almaları ve özeleştiri yapmaları gereken bir gerçeğimizdir. Bu durum, demokratik hukuk devletinde “denetlenebilirlik”, “hesap verilebilirlik” kurumsal yapılarının gerçekleştirilmesinin hayati önemine işaret etmektedir.

Demokratik istihbarat

-Bir de şöyle soralım; MİT tır’larının durdurulması tam olarak neydi?

Biraz evvel olayın cemaatle ilişkisine, cemaatin bürokrat bağlantılarının yasadışı durumlarına dair iddiaların tespitini yaptık. İkinci tartışma konusuna gelelim: MİT tır’larına yüklenen malzemeler neydi? Tırlarda silah mı, insani malzeme mi vardı? Bu tır’lar, Bayırbucak Türkmenlerine mi, rejim muhaliflerine mi gidiyordu? MİT’in yüklenen malzemeler ve bu görevlendirmeyle ilgili yasal yetkisi var mıdır, yok mudur?

-Var mıydı?

MİT’in son yasa değişikliğine kadar böylesine bir silah veya insani malzeme taşıma şeklinde kanuni bir yetkisi yoktu. 2014 yılındaki MİT yasasındaki değişikliklerde MİT’in istihbarat toplama, ihtiyacı olan kurumlara istihbaratı gönderme ve istihbarata karşı koyma faaliyeti dışındaki görevlerin Bakanlar Kurulu tarafından da verilebileceği yönünde bazı eklemeler yapıldı.

Bu, ucu açık bir maddedir. Eğer Bakanlar Kurulu’nda bir karar alınmış ve yurtdışına böylesine bir malzeme gönderilmesi Bakanlar Kurulu olarak tespit edilmiş ve MİT’e bildirilmişse, bu MİT’in görevleri içine sokulabilir. Ancak bu durumun uluslararası hukuktaki yeri ayrı bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkarıyor.

Şunu söyleyebiliriz. Dünyanın her yerinde, en demokratik ülkede dahi istihbarat teşkilatlarının “milli çıkarlar” adı altında yaptığı birtakım faaliyetler vardır. İstihbarat teşkilatlarının yasalarla kendilerine verilen görevlerin dışında, hukuka aykırı alanlardaki bir faaliyeti açığa çıkarsa, o istihbarat teşkilatı demokratik ülkelerde yargılanır. Otoriter ülkelerde ise böyle bir tartışma olmaz. Bir örnek: ABD’li Albay North olayı. İran’a silah satışıyla elde edilen paraların, CIA’nın yardımıyla Nikaragua’daki Sandinistalara karşı savaşan kontrgerillalara aktarılması. Ne oldu; yakalandı, Amerikan hukuku çerçevesinde yargılanıp ceza aldı.

-İrangate günlerine benziyor mu bizim içinde bulunduğumuz günler?

Benzeyen yönler var. MİT’in çalışmasının yasal olup olmadığının tartışılması meselesidir. Suçüstü olayı, suçüstü yapılan Albay North’un bağlı olduğu teşkilatın talimatı ile hareket etmiş olmasına rağmen, ABD’nin hukuk sistemine aykırı bir durumun ortaya çıkmış oluşu sebebiyle, hukuka uygun şekilde yargılanması ve cezalandırılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Ancak meselenin içerisinde hükümetin kontrolü dışındaki görevlilerin görevlilerin iddia edildiği şekilde yasadışı çalışmalar içinde bulunmaları ile olayın yurtiçinde cereyan etmesi tabii ki çok önemli bir farklılıktır.

-Benzemeyen kısım şu sanki: ABD, Albay North örneğinde suçüstü yapılan devlet mensubunu yargılıyor. Bizde ise gazeteciler tutuklanıyor?

Benzemeyen kısım, kamuya mal olmuş bir olayın ve haberin, basın mensupları tarafından bir buçuk sene sonra haberleştirilmesinin, basın özgürlüğü dışında ele alınarak, basın mensuplarının casusluk iddiasıyla takibata maruz kalmalarıdır. İstihbarat-siyaset, istihbarat-demokratik/ hukuki sistem içerisinde meseleye yaklaşılırsa, ki Türkiye’nin hedefi bu olmalı, Türkiye siyasetleri demokratik ve insani istihbarat yapılanmasının gerçekleştirilebilmesi için, yeni anayasa inşa süreci ile birlikte adım atmaları gerekmektedir.

MİT denetim dışı kalmamalı

-Burada hatırlatalım; az önce atıfta bulunduğunuz MİT kanundaki değişiklik, MİT tır’larının durdurulmasından sonra hayatımıza girmedi mi?

Şunu açıklıkla ifade edelim. Yeni yasanın geçmişe uygulanması da mümkün değildir. MİT’in ya da herhangi bir istihbarat teşkilatının hiçbir zaman denetim dışında kalmaması gerekir. O bakımdan da Meclis’te Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu kuruldu. Ama kurulan komisyonun nasıl bir faaliyet gösterdiği, yaşanan bunca gelişmeler hakkında hangi çalışmayı yaptığı, hangi sonucu ortaya koyduğuna dair bir duyum, henüz kamuoyuna intikal etmiş değil.

-Kanundaki son değişiklikler neticesinde “Bakanlar Kurulu kararıyla MİT’in görevlendirilmesi” kısmına vurgu yaptınız. Soralım: Anayasamız, kanunla suç teşkil eden emirler verilemez diyor, değil mi?

Elbette, ayrıca anayasamızın 90. maddesine göre de uluslararası hukukla da bağlantılı olarak, evrensel hukukla uyumluluk meselesi karşımıza çıkıyor.

-Kanunun suç saydığı eylemler için verilen talimatlar devlet sırrı kapsamına girebilir mi?

Hayır. Kanun ve yasaların dışında devlet sırrı olamaz. Zaten hukuk demek, hak ve adaletin, güvenliğin teminat altına alınmasıdır. Devletin sırrı da hak ve adaletin dışında hiçbir zaman kullanılamaz. Ya da her gücün, her kurumun kendine uygun devlet sırrı yaratması da mümkün değildir.

-İstihbarat teşkilatının bir başka ülkedeki silahlı gruplara, silah yardımı yapması Türkiye kanunlarına göre legal midir?

Değişiklik yapılan istihbarat teşkilatı kanunu içerisinde Bakanlar Kurulu’ndan alınmış herhangi bir karar varsa, bu istihbarat teşkilatının görevi olarak açıklanabilir. Ama Bakanlar Kurulu’nun kararı ve MİT yasasına göre yapılan bir çalışmanın da, uluslararası hukukla Birleşmiş Milletler kararlarıyla uyumluluğu meselesi, faaliyetin açığa çıkması durumunda daima tartışma yaratacak konulardandır.

MİT tır’ları hadisesi fecaat, kabul edilemez

-MİT tır’larının durdurulduğu tarihten bu yana hükümetten gelen açıklamalarda duyduklarımızdan birkaç alıntı: “İnsani yardım, silah yok. Tır’ların içinde ne varsa var, sizi ne ilgilendirir! Milli İstihbarat Teşkilatımızın kalkıp da Bayırbucak Türkmenlerine, Özgür Suriye Ordusu’na götürmekte olduğu yardımları ihbar etmek suretiyle...” Bunca farklı açıklamadan siz ne anladınız?

İç politika konusunda bir polemiği yersiz bulurum. Ancak şu hususu da belirtmek isterim. Ülkelerin çıkarları, uluslararası ilişkiler konjonktüre göre değişiklik gösteren hassas konulardır. Siyasetçiler böylesi gelişmelerde konuşmalarını iç kamuoyuna, seçmenin arzusuna veya sandık sonucuna yöneltilen bir anlayışla değil, milli çıkarlar, ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde yapılacak değerlendirmeler sonucu açıklamalar yapmaları doğru bir tavırdır.

-“Size ne, içinde ne varsa var, Milli İstihbarat teşkilatı bu!” kısmı?

Bir önceki sorunuza cevap çerçevesinde mesele yaklaşılmasının doğru olacağını düşünüyorum.

-O tır’ların içinde ne olduğunu dahil etmeden şöyle de soralım: MİT bir sevkıyat yapıyor. O biçimde durduruluyor ve orada yaşanan anları tüm Türkiye biliyor. İstihbarat teşkilatı adına becerikli ve başarılı bir operasyon mu bunlar?

Açığa çıktığına ve yakalandığına göre, nasıl açığa çıktığı ve yakalandığı ayrı bir konu, devlet içindeki kurumlar arası böylesi bir çatışma, kabul edilebilir bir olay değil. Bir fecaatle karşı karşıyayız. O bakımdan başarılı bir operasyon olmadığı kesin. Eğer bir istihbarat teşkilatı bir faaliyet yapıyorsa bunu yakalatmamak, açığa çıkarmamakla mükelleftir. Ama bu konuyu MİT’in başarısı ya da başarısızlığı şeklinde de tartışmayalım. Bu konu siyasi iktidarın dış politikasıyla, somutlaştıralım, Suriye politikasıyla ilgili bir meseledir. Ve bu politikaya uygun şekilde kurumları şekillendirme ve yönlendirme meselesidir. Suriye de sadece bölge ve Ortadoğu ülkelerinin değil küresel güçlerin de doğrudan ilintili olduğu son derece kritik bir denklemdir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları