Uyuyan Hücreler

10 Aralık 2015 Perşembe

Yeni uyanmış, işe gitmek için hazırlandığım bir sabah. Telefonum çalıyor. Beni genellikle gün içinde arayıp, “Uygun musun” dedikten sonra söze giren bir arkadaşım telefondaki. Ağlamaklı bir sesle, “Bu gece hiç uyumadım” diyor. “Sabahı zor ettim. Gün aydınlanınca pasta simit aldım. Numune Hastanesi’ne gittim.” Uykudan o anda uyanıyorum aslında. Hemen düşünüyorum. Suruç katliamının üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. 1 Kasım seçimleri bile olmuş bitmiş ki katliam haberleri çoktan iç sayfalara düşmüş. Ağlıyor telefonda. “Yaralılar ve onlar için hastanedebekleyen arkadaşlara kahvaltı için götürdüm simitleri. Ama hiçbirinin ağzını bıçak açmıyor. Kimse kahvaltıyapmak istemedi. Gerçekten hastanedeki herkes çok yaralı. İyileşmeleri çok zor...”

Ankara’ya sabaha karşı döndüğüm için derin uykudayım. O kadar derin ki uykum, onlarca telefondan sonra zar zor kalkabiliyorum. Kötü bir şey olduğunu anlamak değil de hissediyorumsanki. Uyku sersemliğiyle telefona bakmak yerine, tedirginlik de etkili elbette, televizyonu açıyorum. Ve altyazı. “Ankara Garı’ndaki mitingde patlama. Ölü ve yaralılar var.” Daha sayı yok. “Barış mitingiydi” diye geçiriyorum zihnimden. Artık tedirginlik yok, olan olmuş zaten. Telefona bakıyorum. Haber lazım, “Ölü ve yaralılar” diyordu çünkü altyazı. 

Bizim arkadaşlar da izleyecekti mitingi. Nedense içimde birkaç yaralıyla atlatılır gibi saflığın daniskası iyimser olma isteği. Telefon numaralarını çeviriyorum. Bizim arkadaşlar da, aradığım tanıdıklar da, patlamaların tam garın önünde yaşandığını anlatıyor. Daha kötüsü art arda iki bomba. Can Dündar’ı arıyorum. O da televizyon ve telefon başında. “Çok mu kötü durum” diyebiliyor.

Ben o anda Ankara mitinglerinin garın önündeki ilk toplanma anındaki sayısal durumu ve temkinsiz ruh halini düşünüyorum. “Maalesef çok kötü olma ihtimali yüksek”.

‘Artık nasıl yaşanacak?’

Ne yapılması gerektiğinin telaşesine düşüyorum. Ne yapılabilir? Evden çıkıyorum. Kafamda, “Ne yapacağız” sorusu. “Artık nasıl yaşanacak?” Sonra saymaya başlıyoruz. Katliamın muhasebesini yapmak zorunda olan bir ülkenin insanıyız. Çok üzülüyoruz. Canımız yanıyor. Ama bir yandan da sayıyoruz. Katliama kurban verdiğimiz son insanı da sayıp toplam rakamı belirledikten sonra, “bir daha olmasın” diye uzman görüşlerindençare bekliyoruz. Tamam, bu ülkede asgari haber okuyan, dinleyen herkes olayın Suriye ile ilgisini kuruyor. Suriye, Irak, Ortadoğu...

Uyuyan hücreler

Ama Ankara’dan daha 3 ay önce Suruç’ta aynı katliama uğramıştık biz. Orada da Suriye, Irak... Ama bir teknik uzman kavramını da çokça duymuştuk. “Uyuyan hücreler.” Katliamın bile “gündem” sıralamasında yer bulamadığı günlerden geçen hızlı bir ülkeydik biz. Gündem değişince biz yeniden uykularımıza dönmüştük. Ankara katliamından sonra biraz uykusuz kaldık yine. Üstelik “hücreler de uyuyordu” nasıl olsa, uykularımıza  döndük. Oysa “uyuyan” hücreler,7 Haziran öncesi HDP mitingini, sonrası  Suruç’u ve Ankara’yı kana buladıklarında öyle uyku şaşkınlığı içinde değillerdi. Canlı bombaların hiçbiri rasgele patlamadı. Hepsi seçilmiş hedeflere adrese teslim gittiler. Bugün Ankara katliamının üzerinden 2 ay geçti. Kaybettiğimiz insanların anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Arkadaşlarımın “Artık iyileşemezler” dediği yaralı ve hayatını kaybedenlerin yakınları için “çareler” diliyorum. Hücreler ne yapıyor bilmiyorum ama Can’la kendimden haber vereyim.

Biz “uyuyan” hücrelerimizdeyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Davutoğlu artık mağdur 23 Mayıs 2016

Günün Köşe Yazıları