Pınar Türenç

Bunlar da geçecek

11 Aralık 2015 Cuma

Yine aralık geldi.

Ne de çabuk…

Solgun güneşe, sonbaharın ılık-serin havasına en ihtiyacımız olduğu sırada.+

Silivri toplama kampında haber tutsaklarımız var. Onlar demir parmaklıklar arkasından çıkmadan aralık ayazı, o kalın kapıların altından koğuşlara girmesin istiyorduk.

Olmadı…

Silivri kapısındaki “Umut Nöbeti”ne gittiğimizde, inadına soğuk, içimize işledi.

Sarındık, sarmalandık. Ya o devasa kapıların arkasında kalanlar?

Basın Konseyi’nin hazırladığı nöbet çizelgesine göre bu kez, aynı sıkıntıları “tat”mış gazeteci Nedim Şener ve Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi Baro Başkan Yardımcısı Avukat Başar Yaltı ile nöbetteydik.

Kapı önü kalabalık. Ne çok suçlumuz var Tanrım. Birbirine “Allah kurtarsın, senin içerde kimin var” sorularının rüzgârlı havada uçuştuğu bir sırada, nöbet sandalyemizden kalkıp “ayrıştırma” kapısına gittik. Ayrıştırma demek, devasa kampusa dizilmiş 1-2-3-4-5 diye devam eden L tipi ile 9-10-11 diye numaralandırılan F tipi mahpushane binalarının hangisine gidecek olanlar için hazırlanmış, bekleme odaları ve otobüslerinin belirlenmesi demek.

Elektronik eşya teslimi ve sıkı aramalardan sonra 9 No’lu F Tipi Cezaevi’ne ulaşmak üzere, hurdaya yakın otobüse attık kendimizi. Amaç; Can Dündar ile Erdem Gül’ün “ayrıştırılarak” konuldukları F-9 No’nun müdürü ile çay içip konuşmak, Nedim’in kitaplarını iki gazeteciyle müdüre teslim etmekti.

Otobüse itişerek, çoluk çocuk doluşan mahpus yakınlarından nasibime, bir genç kadın düştü. Yan koltuğa kucağındaki 10 yaşındaki oğluyla sığıştı. Yüzleri gülüyor, bayram heyecanıyla kıpır kıpırdılar.

“Baban bizi bekliyor oğlum. Hele bir rahat dur” diyen ikazlarını, benim sorum kesti:

“Neden yatıyor kocan?”

“Ormandan ağaç kesip satmaktan. 7 yıla mahkûm.”

“Anlamadım. Sadece ağaç kesmekten mi?”

“Evet. Karadeniz’de hep olur bunlar da, bizimki yatıyor.”

“Haline şükret. Ya, ormanı gasp edip toprağını satsaydı eşin.”

“Allah korusun. Toprağı gasp etmeyiz.”

“Edenler de var ama…”

“Demek ki; ormanı gasp eden değil, ağacını kesip menfaat sağlayana ceza olurmuş” dedik birlikte.

9 No’lu cezaevinde cemaatçi denilen tutuklularla Can Dündar ve Erdem Gül de kalmakta. Tecrit edilen, yalnızlaştırılan iki gazetecinin müdürü ile görüşme talebimize, bir görevli utana sıkıla, “Baktım, yerlerinde yoklarmış. Çıkmışlar” diye yanıt verince, yine o otobüslerle çıkış noktamıza döndük.

Dış kapı önünde bu kez bir grup kadın karşıladı bizi. Hava daha da sertleşmişti Silivri kırsalında. Sabahtan beri soğuktan üşüyen ellerimize, evden termoslarıyla getirdikleri sıcak çayları verdiler. “Kek yaptık, börekler de güzel” diye eklediler.

Teşekkürümüzü kabul etmediler:

Teşekkürümüzü kabul etmediler: “Esas bizler sizlere, gazetecilere teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız. Bizim haber alma hakkımızı koruyabilmek için çabalıyorsunuz.”

O sırada, avukat olarak açık görüşe gönderdiğimiz arkadaşımız Başar Yaltı, elinde bir not kâğıdıyla döndü:

“İyiler. Size de bu kısa mektubu Can Dündar gönderdi” dedi.

Okudum:

“Umut Nöbeti’ndeymişsiniz. Orada olmanız, burada içimizi ısıtıyor, güç katıyor, yalnız olmadığımızı kanıtlıyor” diyordu Can.

Biz de onlara, kapının önünden seslendik:

“Ayaza, güneşsizliğe, daktilosuzluğa, çoğalan yalnızlığınıza sakın ola teslim olmayın. Siz orada iki kişisiniz, biz dışarıda çoğuz ve çoğalıyoruz. Umudu yitirmeyin. Bunlar da geçecek.Sizi, bekliyoruz.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bunlar da geçecek 11 Aralık 2015

Günün Köşe Yazıları