Yeni bir büyüme hikâyesi

08 Ocak 2016 Cuma

Deloitte, “Türkiye’nin yeni bir büyüme hikâyesine ihtiyacı var” demiş. Hemen hemen aynı sözleri geçen ay içinde TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da hatta Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık da sarf etmişti. Evet, kesinlikle yeni bir büyüme hikâyesine ihtiyaç var. Ama onu oluşturacak irade ve istek var mı? Ve daha da ötesi, “nasıl bir büyüme?” İşte asıl sorunlar orada.
Gelişmekte olan her ekonomi gibi Türkiye ekonomisi de büyüdü ama bu büyüme “orta halli” olmanın ötesine geçemedi. 2003-14 döneminde ortalama yüzde 4.4; kişi başına milli gelir olarak ise yüzde 3.1 oranında büyüdü. Bu yüzden abartılı iddiaların hiçbir geçerliliği yok. Üstelik var olan büyüme Türkiye’nin içine saplanıp kaldığı orta gelir tuzağını aşmasına yaramadı. Ne istihdam yaratabildi, ne yeni iş alanlarının açılmasını sağlayabildi. İhracatta büyük patlamalar yaşatmadığı gibi ihracat düştü bile. İmalat sanayinde o hep söylenen yüksek katma değerli yapıya geçme hayali de gerçekleşemedi, yüksek teknolojili sektörlerin payı da artırılamadı...
Peki, nasıl büyüdü? Sırtını emek sömürüsüne, çevre talanına ve ranta dayayarak... İnsanı ve doğayı dışlayarak... 13 yıllık AKP iktidarının büyüme öyküsünün içinde “beşeri sermaye ve emek” büyümeyi oluşturan değerler bütünü içinde en alt sırada oldu daima.
Aralarında Prof. Korkut Boratav ve yazarımız Prof. Erinç Yeldan’ın da bulunduğu Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) grubunun son çalışması “AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu” başlıklı rapor aslında tabloyu çok net ortaya koyuyor. 23 sosyal bilimcinin Yordam Kitap tarafından kitaplaştırılan bu yeni ortak ürünü, 2000’li yıllarda sermaye yanlı/serbest piyasa ağırlıklı politikaların emekçiler üzerindeki etkilerine odaklanıyor.
Bakıyoruz; sınıfsal bölüşüm ilişkileri daima emek aleyhine seyretmiş; toplam ücretlerin milli gelirdeki payı 2002-2014 yüzde 29’dan 26’ya düşmüş. Buna karşın özel tüketim oranları sürekli artmış. Türkiye emekçileri AKP’li yıllarda gelirlerini aşan bir tüketim düzeyine ulaşmış. Özel tüketimin gelirleri aşması nasıl gerçekleşti? Elbette borçlanarak… Borçlanma, özellikle düşük gelirlilerde hızla artmış...
OECD ülkeleri arasında gelir adaletsizliğinde üçüncü, Avrupa ülkeleri arasında ise birinci sıradayız. Bunun toplumsal barışı zedeleyici yönü peki? Bugüne kadar belli bir ölçüye kadar yaşadık. Yardımlar, aile içi dayanışma, var olana şükretme gibi sosyal ve kültürel; sorgulamama, hesap sormama gibi eğitimsel etmenler buzdağının görünmeyen yüzünü bugüne kadar tam ortaya çıkarmadı belki ama “alan ve zaman” hayli daraldı. Sahip çıkılmamış, önüne gelecek hedefi konmamış bir gençliği var bu ülkenin. Bu devasa boşluğu kimlerin doldurduğu da belli.
Sonuçta yeni bir büyüme öyküsü olacaksa eğer; “beşeri sermaye, doğaya saygılı üretim ve emeğe hak ettiği değer” işin içine katılmazsa ödenecek bedel çok daha ağır olur. Bugün seçimlerde siyasi vaat olarak ağızdan çıkan asgari ücret artışından nasıl çark edileceğinin türlü yolları aranıyor, çalışanın cebine bir koyarken iki almanın çareleri aranıyor. İşveren ve iktidar bunu elbirliği ile yapıyor. Kıdem tazminatları tırpanlanırken, güvenceli esneklik adı altında esnekliği artırıp güvenceyi yok etmeye çalışıyorlar.
Böyle geldi belki, ama böyle çok gitmez...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları