Türkiye adına kim konuşuyor?

08 Ocak 2016 Cuma

Dış politikada tutarlılık esastır. Bir başkentten bölgesel çalkantılara neden olan bir konuda farklı açıklamalar yapılıyorsa kafalar karışır. Türkiye, Suudi Arabistan ile İran arasındaki son krizde de bu duruma düşürüldü. Özetle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şikâyet ettiği yönetimdeki “çift başlılık” durumu ile karşı karşıyayız.
Suudi Arabistan ile İran arasındaki son gerginliğin Ankara için sorunlu olduğu başından belliydi. Suudi Arabistan’da Şii din adamı Nemr el Nemr’in kafası kesilerek idam edilmesi ve Suudi Arabistan’ın İran’daki Büyükelçiliği ile Meşhed konsolosluğuna yapılan saldırılarla ilgili açıklama ancak üç gün sonra yapılabildi.
Ankara, “stratejik ilişkiler” kurmaya çalıştığı Suudi Arabistan ile anlaşmazlık konuları ne olursa olsun ilişkilerini belli bir düzeyde tutmaya çalıştığı İran arasında kaldı. Sessizliğini sonunda pazartesi günü yapılan kabine toplantısından sonra bozdu. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, toplantı sonrasında basına söyledikleri, meselenin tartışıldığını ve dengeli bir açıklama konusunda mutabık kalındığını gösterdi.
“Barut fıçısı” gibi olan bölgenin daha büyük gerilimleri kaldıramayacağını belirten Kurtulmuş, “Her iki ülkeyle de dost olan bir ülke olarak söyleyeceğimiz şu; her iki taraf da teenni içinde hareket etmek durumundadır” dedi.
“İran’da bulunan diplomatik misyon temsilciliklerinin korunma altına alınmasını İran tarafına tavsiye ederiz” diye ekleyerek şöyle devam etti: “Biz, idam cezalarının uygulanmasını, hele hele siyasi idam cezalarının uygulanmasının hiçbir şekilde bölge barışına katkısı olmayacaktır. Bütün bu idam cezalarının hepsine karşı olduğumuzu açıkça ifade ettik.”
Kurtulmuş’un “siyasi idam cezalarından” söz etmesi burada özellikle not edilmeli. Kurtulmuş böylece, sorumlu bir devletin yapması gereken açıklamayı yapmış oldu. Kafaları karıştıran açıklama ise “devletin tepesindeki isim” olan Erdoğan’dan geldi.
Önceki gün muhtarlara konuşan Erdoğan, Suudi büyükelçiliğine ve temsilciliklerine yapılan saldırıları kınadıktan sonra şöyle konuştu:
“Türkiye’de bir idam müessesi yok. Doğrudur veya yanlıştır ayrı mesele. Ama Suudi Arabistan’da var. İran’da da bu müessese var. Amerika’da, Rusya’da var. Buralarda hâlâ idam çalışıyor… Buralarda yapılan idamlar noktasında ses soluk çıkmıyor. Ama şu anda Suudi Arabistan’da atılan adım bir iç hukuk meselesidir bana göre.”
Her zamanki gibi elmalarla armutları karıştıran bu sözlerle kimin kollandığı belli oluyor. Erdoğan’ın Ortadoğu’da vahim sonuçlara yol açabilecek bir adımı “iç hukuk meselesi” diye küçümsemesi, bölgesel gerçeklerden ne denli kopuk olduğunu da tekrar gösterdi.
“Mısır’da bini aşkın insan hakkında idam kararı verildi. Ey dünya neredesin” sözleri ise kendisine has kuru retorikten ibaretti, zira Mısır’da Müslüman Kardeşler’e mensup kişilere verilen idam cezalarının çoğu, dünyadan tepki geldiği için infaz edilemiyor. Bunlara Erdoğan’ın da sözünü ettiği Muhammed Mursi’ye verilen idam cezası dahil. Burada asıl sırıtan, Suudi Kralı Salman’ın dünyadan yapılan uyarılara kulak tıkamasıdır.
Erdoğan’ın sözlerinde, kendisinin de sözde şikâyet ettiği, mezhepçiliğin yansımaları da vardı. Nitekim İran ile bölgedeki tüm Şiilerin Erdoğan’ın sözlerini nasıl yorumlayacaklarını tahmin etmek zor değil.
Erdoğan böylece mezhepçiliği doğrudan veya dolaylı yoldan körüklemiş oldu. Türkiye’nin bölgesel etkinliğini arttırmaya çalışan hükümetin işini de zorlaştırmış oldu. Bu durumda Türkiye adına kim konuşmuş oldu?
“Büyük görüntüyü” kavrayıp dengeli bir pozisyon takınmaya çalışan hükümet mi, yoksa gönlündeki aslanlar uğruna zaten nefret ettiği diplomasinin tüm gereklerini yok sayan Erdoğan mı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları