Olaylar Ve Görüşler

Hendekler şehrine seyahat

12 Ocak 2016 Salı

“Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.” İtalo Calvino - Görünmez Kentler...

Diyarbekir’e gitmek için sabah vakti havaalanı yolundayız. Haber siteleri çoktan uyanmış, haberlerin çoğu ‘ora’yı konuşuyor: ‘...Sağlık Bakanı halkın sağlık hizmetlerinden taviz verilmeyeceğini, önlem olarak zırhlı ambulanslar göndereceklerini belirtti... Özel eğitimli SAS birlikleri bölgeye nakledildi... Bütün keskin nişancı özel sniper’lar bölgeye çağrıldı, -belki bineceğimiz uçakta da vardır... Hükümet o bölgeye üç tane yeni milletvekili atadı vs. Anlaşılan memleketin kan dolaşımı yavaşlayacak, otuz yılın kangren tutmuş bileği güreşe bütün kararlılığı ve karanlığı ile devam edecek.
‘Varamaz elim ayvasına narına can dayanmazken, kırarım boynumu yürürüm’ Ahmed Arif. 
Ve uçak ‘ora’ya iniyor. Caps’lerin zamanla yarışan kısa ve daracık görüntülerinden zaman-mekân duygusunun gerçeğe kavuştuğu asıl ve asi yerdeyiz. Yeni havaalanı açılmış ama tamamlanmamış. Seçimlere yetiştirme gayretkeşliği olsa gerek. Galerilerin çoğu boş. Açık olan tek kafede ‘Hükümet Kadın’ filmi oynuyor; sevimli doğulular şen şakrak, eski Süryani konaklarında keyifleri yerinde.

Hayatın akışı...
Şehre doğru yol alıyoruz. Çatışmalar şehrin tarihi Sur bölgesine sıkışmakla birlikte yine de geçtiğimiz yollarda hayatın akışını merak ediyoruz. Yerliler dışındaki bütün kamu görevlileri yüksek korunma tedbirleri almışlar.
Ortalıklarda trafik polisleri dışında pek güvenlik birimi yok. Devlet lojmanları yüksek duvarlarla çevrilmiş, dikenli tel duvarlar korunaklı. İçerdeki evlerde nasıl bir hayat var acaba diye içimden geçiriyorum.
Operasyon sonrası evlerine dönen güvenlikçiler çocuklarına ne anlatıyorlar acaba? Çocukları dışarıda ne olup bittiğini, yankılanan silah seslerini soruyorlar mıdır? Oralı bir öğretmen dostumuz öğrencilerin huzursuz olduğunu, ödevlerini yapmadıklarını söylüyor. ‘Bizim buralar da Kobani’ye benzeyecek’ diyormuş bir öğrencisi...

Çatışmaya 1 km!
Kadim mahalle Sur’a sınır Yenişehir’de bir otele yerleşiyoruz. Çatışma bölgesine yaklaşık bir kilometre uzaklıkta. Resepsiyondaki şahıs odaların çoğunun boş olduğunu söylüyor. Çok az da olsa iş ziyareti için gelenler kalıyorlarmış. Zaman zaman silah sesleri geliyor. Kar yağışı nedeniyle boğuk ve derin yankıyor silahlar. Gök bağırmak istiyor, bağıramıyor sanki. Kar, sesi yutar derler ya, gerçek halini tahmin bile edemiyoruz. Aklıma Attilâ İlhan’ın Cinayet Saati şiiri düşüyor: ‘Vapur kudurdu, kuduz gibi böğürdü, hiçbiriniz orada yoktunuz’
Sur dışında Bağlar’da da sürekli gösteri ve sokak çatışmaları oluyor. Ofis bölgesinde hayat devam etmekle birlikte gösteriler sırasında bir kadının sokaktan açılan silah ile evinden vurulduğu haberi geliyor. İkinci gün Ofis’teki bir arkadaşın evinde kalıyoruz. Aydın’dan buraya gelen arkadaşımı akrabaları batıya dönmesi için telkinde bulunuyorlarmış. Çok merak ediyorlarmış. Arkadaşım merak ediyorsanız buraya gelin demiş. Anne, baba dışında pek gelen olmamış. Dönmeye niyeti yok. Diyarbekir’i çok seviyor. Gece elektrikler kesildi. Bir trafo patladı, ardından derin boğuk ses, belki top atışları...
Diyarbekirli başka bir dostumuz ile sohbet ediyoruz: “... Sur ne durumda? ... isterseniz giriş çıkışların serbest olduğu yakın bir bölgesine gidebiliriz... Olur mümkünse...”
Sur bölgesi şehrin en eski yeri. Xançepek yani Gavur mahallesi’nin olduğu yer. Ermeniler gitmiş, sürgün sırası Kürt köylülerine gelmiş. Köyleri yakılıp yıkılan insanların doluştuğu, arabasız zamanlardan kalma dar sokakların arka mahalllesi, ince, uzun, bazalt taşlı küçelerdir: ‘...Labirent içine giren kaybolsun ve dolaşsın diye yapılır, ama labirent o aynı kişiye, yeni bir plan çizmesi ve labirentin gücünü yok etmesi için bir başkaldırıyı da düşündürür. Bunu başardığı takdirde insan labirenti yıkacaktır...” İtalo Calvino- Görünmez Kentler.

‘Labirentin arafındayız’
Sözü edilen ‘güvenli’ bölgede güvenlik kontrolü var. Polisler güler yüzlü, şefkatli, belki de tedirginliklerinden öyle davranıyorlar, üst araması yaparken bizimle yarım ağız şakalaşıyorlar. Daha sonra bir arama noktası daha. Mesafeler arttıkça manzara Mad Max filmini andıran tuhaf sahnelere bürünüyor. Sadece bir iki dükkân açık, müşteri yok.
Polisler açık havada soba yakmışlar, caddenin sokaklara açılan girişlerinde kum torbaları. Derken arada giyim kuşamı ile yarı nizami gözüken, belki çatışma arası çay içmek için mola vermiş kirli sakallı bir özel tim mensubu gözüküyor. Gazze pardon- Cizre’deki son teknolojik timlere pek benzemiyor. Sur girişi adı ‘Ayartma’ olabilecek bir film seti gibi.
Biz orada iken çatışmaların şiddetlendiği, ölüm haberlerinin geldiği söylentileri dolandı. Düşünün, bizler sıradan vatandaşlar olarak oralarda geziyoruz, savaş muhabiri değiliz. İki yüz metre ilerde çatışmalar devam ediyor. Biraz da çatışma alanının daraltıldığı, zafere çok yakın olunduğu görüntüsü veriliyor belki. Tahir Elçi yüz iki yüz metre ilerimizde vurulmuştu.

Gerçek kurşunlar!
Daha fazla ilerleyemiyoruz. Zaten kent dışından, oradaki insanlara destek olmaya gelenleri hemen gözaltına alıyorlarmış. Neredeyse her gün barışçıl diyalog için eylemler yapılıyor. Şu karlı günlerde en kötüsü tazyikli su yiyip sırılsıklam ıslanmak. Ama gerçek kurşunlara hedef olmanız da olasılık dahilinde.
Oradan İnsan Hakları Derneği’ne uğruyoruz. Çocukları ölen anneler -kimi on beş, kimi altı gündür- açlık grevindeler.
Çocuklarının bedenleri halen sokak ortasında. Almak için girişimde bulunmuşlar, ‘‘Gidin önce hendekleri kapatırın, sonra alırsınız’’ cevabını almışlar. Anneler bu durum uzarsa ölüm orucuna da yatabileceklerini belirtiyorlar.

Yaşam nöbeti
Belediyenin önünde doktorların ‘yaşam nöbeti’ varmış. Ziyarete gidiyoruz. Aşırı kar ve soğuk nedeni ile çadırlar daha kurulmamış. Belediye avlusunda ateş etrafında birikmiş dört beş kişi ile karşılaşıyoruz.
İçlerinden biri Surlu. Beş çocuğu ile Sur’u terk etmek zorunda kalmışlar: ‘‘Anneleri, çocukları akrabalara dağıttı, her biri bir yerde. Evim yerinde duruyor mu ondan bile haberim yok!’’
Suriyeli göçmenlerin çoğu şehri terk etmiş. Anlattıklarına göre bir göçmen, ‘‘...Buralar bizim oralardaki savaşın ilk hallerine benzemeye başladı. Zar zor geldik buralara. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyoruz’’ demiş.

Hendeğin karşısı
Şehrin orta sınıf tabakasına ait kimi insanlarda hendek eylemleri ilk başlarda kuşku ile karşılanmış.
Ancak zamanla ruh hali değişti diyor oralı yazar bir arkadaşımız: “Çocuklar, yaşlılar ölmeye başlayınca, eylemleri kuşku ile karşılayanlar bile ‘hendeğin karşı’ tarafına geçti. ‘Örgüt’le uğraşılıyor fikri Kürtlerle uğraşıyorlar’a dönüştü.”
‘‘Dananın kuyruğu koptu artık’’ diyenler, ‘‘masaya dönmekten başka çare yok, bu savaşın kazananı olmaz’’ diyenler, ‘‘yirmi milyon Kürtün artık bir statüsü olmalı’’ diyenler...
‘‘...Celaliyim celalisin celali...’’ Cemal Süreya.  

VEDAT YILDIRIM
Kardeş Türküler



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları