Sen de mi Richard?!

22 Ocak 2016 Cuma

Cumhurbaşkanı’nın “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine imza atanlara yönelik ateş saçan sözlerinin, çok daha derinlerde yatan dehşetengiz bir motivasyondan beslendiğini düşünüyorum.

Yani bu, öyle bir başka türlü öfke ki aslında terör bahane diyesim geliyor.
Cumhurbaşkanı’nın Ankara’da, İstanbul’da yerli-yabancı yüzden fazla insanın ölümüne yol açan ve daha birkaç gün önce Kilis’e yağdırdığı roketlerle ilkokul- ortaokul çocuklarını ölümün kıyısından geçiren IŞİD’in kanlı terör eylemleri karşısındaki “mütevazı” tepkisine bir bakın!..

Bir de hiç kimseyi öldürmemiş akademisyenlerin imza kampanyası karşısındaki muazzam tepkisine bakın!..

Aradaki asimetri, bana düşündürüyor ki işin içinde başka bir iş var.

Kanımca Cumhurbaşkanı, Cumhuriyetin yetiştirdiği laik elite bütün kalbiyle antipati ve öfke duyuyor.

Mesele Cem Karaca’nın kastettiği “yarım porsiyon aydınlık” falan değil… O imzacı akademisyenler arasında tam da bu “yarım porsiyon aydınlık” meselesinin üzerine yaptıkları çalışmalarla gitmiş olanlar var.

Hem siyasette hem akademide dönem dönem egemen olan “elitizm”e yönelik eleştirel çözümlemeler yapmış, eserler vermiş ve kuvvetle muhtemel ki şimdi Cumhurbaşkanı’na danışmanlık yapan, onu böylesi konuşmalara hazırlayan ekibin bile hocası olmuş isimler de var.

Ancak mesele ne “yarım porsiyon aydınlık” ne de elitizm…

Söz konusu olan elitizme değil “elit”e, İslâmi tabirle “havâss”a düşmanlık…

Aydın despotizmine değil, aydın eleştirisine düşmanlık…

Elinde fişleme listesiyle huzura çıkıp itaatkâr aklı temsil eden değil, devletin yaptıklarını sorgulayıp eleştirel aklı temsil eden akademisyenlere düşmanlık…

Nâzım’ın dediği gibi:
Sana düşman bana düşman,
Düşünen insana düşman”lık…

Bu insanlık dünyadan da ses veriyor ve onlardan bir “akademik” grup, “Prof. Dr.Ahmet Davutoğlu’na bir mektup yazarak Türkiye’de ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından duydukları kaygıyı dile getirip Barış İçin Akademisyenler kampanyasında imzası bulunanlarla dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler.

Başbakan’a Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni, Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ni ve AGİT Nihai Senedi’ni hatırlatarak devletin düşünce ve ifade özgürlüklerini korumakla yükümlü olduğunu unutmama çağrısı yaptılar.

Bunlar Türkiye’den bîhaber insanlar değil. Cumhurbaşkanı’nın temsil ettiği siyasi çizginin önde gelen fikir erbabınca da eserleri bilinen, hatta başucunda tutulan, Türkiye, Osmanlı, İslâm uzmanı, dünyaca saygın siyaset bilimci, tarihçi, iktisatçı, sosyolog ve sosyal antropologlar…

Ve aralarında bir isim var ki onu gördüğüm zaman kalbim sevinçten küt küt attı. Prof. Dr. Richard Tapper bu!..

Richard, benim Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) hem yüksek lisans, hem de doktora çalışması yaparken hocam, ondan da öte modern Batı’da geleneksel İslâmi toplulukları Nakşibendilik özelinde değerlendirdiğim doktora tezimin de danışmanı oldu. Onunla hazırladığım tezi Oxford’da savundum, geçtim. Sonra çalışma hem Türkçe (“Batı’da Bir Nakşi Cemaati”), hem de İngilizce (“A Muslim Mystic Community in Britain: Meaning in the West and for the West”) olarak basıldı.

Richard ömrünü Afganistan’dan İran’a ve Türkiye’ye kadar Ortadoğu coğrafyasının bir ucundan öbürüne arşınlamakla geçirmiş bir antropolog. Bilimsel yoldaşlığı yıllar boyu sürdürdükleri eski eşi Nancy (Tapper) Lindisfarne (ki o da SOAS’da diğer danışmanımdı) ile yaptıkları bu çalışmaların Türkiye’ye ilişkin olanları da bugün bu konuları çalışanlar veya çalışmaya yeni başlayacaklar için temel başvuru kaynaklarıdır. Ve bu çalışmaların hiçbiri, İslamofobik bir aklın ürünü değildir. Aksine günümüz dünyasında Ortadoğu’yu ve İslâmı anlamaya ve anlatmaya çalışan, oryantalizme de en uzak çalışmalardır.

Richard sadece benim hocam da olmadı. Aynı dönemde Londra’da öğrenci olup bugün AKP saflarında bulunan, danışmanlık yapan, milletvekili seçilmiş bazılarının da hocası oldu.

Ama hocasıyla övünmek, bugün sadece bana nasip!..

Richard’ın ismini o bildirinin altında görünce onun öğrencisi olmaktan bir kez daha gurur duydum.

Yaptığım çalışmalara da, yazdığım kitaplara da, attığım imzalara da inancım kat kat arttı.

Yine Nâzım’ın dediği gibi:

Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri…
Çoğu katıksız çıktı çok şükür!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları