Erdoğan'a sitemden başka seçenek kalmadı

05 Şubat 2016 Cuma

Cenevre’deki Suriye görüşmelerinin 25 Şubat’a ertelenmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırmışa benziyor. Peru’nun başkenti Lima’daki San Ignacio De Loyola Üniversitesi’nde kendisine fahri doktora verilmesinin ardından konuşurken, alışılmış üslubuyla, buna epey sitem etmiş.
Siz niye toplanıyorsunuz? Dünyayı oyalamak için mi bir araya geliyorsunuz?” şeklinde tanıdık bir “retorik” çıkış yaparak şöyle devam etmiş:
İlgili ilgisiz herkes oraya geliyor. Kapıların arkasında da başka şeyler konuşuluyor. İşin gerçeği orada konuşulmuyor. Orada olması gerekenler oraya alınmıyor, olmaması gerekenler oraya davet ediliyor.
Bu sözler bile, AKP’nin sık sık “Ortadoğu’nun en etkin ülkesi” olarak lanse ettiği Türkiye’nin bölgesel gelişmeler üzerinde ne kadar az etkisinin kaldığını göstermeye yetiyor.
Erdoğan’ın, “Orada olması gerekenler oraya alınmıyor, olmaması gerekenler oraya davet ediliyor” şeklindeki sözlerinin deşifresi de zor değil.
Türkiye Türkmenlere Cenevre’de etkin bir söz verilmesini sağlayamadı. Buna karşın PYD, diplomatik hesaplar uğruna Cenevre’ye davet edilmemesine rağmen, Suriyeli Kürtlerin, Ankara’nın arzuları doğrultusunda, “görüşmelerin dışında tutulacaklarına” dair bir garanti yok.
Daha önce de burada belirttiğimiz gibi, bunu sonuçta sahadaki gelişmeler belirleyecek. Kaldı ki, ABD, Cenevre’ye davet edilmedi diye PYD’den desteğini çekmiş değil.
Son haberlere bakılırsa ABD, PYD’yi Türkiye yüzünden Rusya’ya kaptırmak niyetinde değil. PYD’nin askeri kolu olan YPG’nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolündeki bölgelere askeri açıdan yerleşmeye hazırlandığı bir sırada buna razı değil.
Açıkçası, Suriyeli Kürtleri temsil eden en büyük oluşum olan PYD, Ankara’nın itirazlarına rağmen, Suriye’de kendisini hem ABD, hem de Rusya için önemli oyuncu konumuna getirdi. İki süper güçten birini seçmek durumunda kalsa bile arkasında güçlü destek olacak.
Erdoğan Cenevre’de “gerçeklerin konuşulmadığını” söylüyor fakat Suriye’de “gerçeğin” ne olduğu belli değil artık. Krize farklı hesapları olan o kadar çok oyuncu bulaştı ki, işin içinden nasıl çıkılacağını kimse bilemiyor.
Suriye ile ilgilenen devletler, krizin insani boyutunu gerçekten önemsiyor olsalardı, aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana bırakıp buna ağırlık verirlerdi. Fakat bu tür savaşlarda yabancı devletlerin çıkarları söz konusu olduğunda, acıyı hep masumlar çeker. Bunu Yugoslavya’nın dağılma sürecinde de gördük.
Suriye’de hesapları olan ülkeler arasında başından beri Türkiye de vardı. Ankara Şam’da rejim değişikliği istediğini hiç gizlemedi ve aşırı basit beklentiler içine girdi.
Esed” kısa sürede gidecek, seçimler yapılıp nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünniler, Müslüman Kardeşler ağırlıklı ve Türkiye (daha doğrusu AKP) yanlısı bir rejim kuracaklardı.
Ancak AKP iktidarı, “bölgeyi en iyi biz biliriz” söylemine rağmen, ne Suriye’deki mezhep çekişmesinin kanlı geçmişini, ne Esad’ın ülke içinde kimlerden destek aldığını, ne de Suriye’nin bölgesel ve küresel güç mücadelesinde sırtını kimlere dayadığını hesaba kattı.
Bunun sonuçları ise bugün ortada.
- Nasıl başa çıkacağımız belli olmayan 2 milyon mülteci;
- Ulusal güvenliğin Cumhuriyetin tarihinde hiç görülmemiş şekilde tehlikeye atılması;
- Sorunun çözümü için birlikte çalışılması gereken komşularla ilişkilerde, çatışma potansiyelini de barındıran, gerginliklere yol açılması;
- “Radikal İslamcı gruplara destek veren ülke” algısının Batı’da yerleşmesine uzun süre fırsat verilmesi;
- Türkiye’nin Suriye görüşmelerinde “ikincil statüde ülke” konumuna düşürülmesi vs...
Özetle Erdoğan’a, “hariçten sitem etmekten” başka bir seçeneğin kalmamış olması şaşırtıcı değil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları