‘Acunsal enerji’ye Adrian bedduası

05 Şubat 2016 Cuma

Cem Adrian sıkı beddua etmiş O Ses Türkiye jürisine… “Eleştiri” diye yansıdı basına ama düpedüz beddua.

Baksanıza:

Şu fani dünyada insanların umutlarını sömürüp gözyaşlarıyla beslendiğiniz reytinglerden kazandığınız her maddi şeyin hesabını ödemenizi diliyorum. Bu dünyada.

Tepki, muhatapları tarafından dikkate alınmış. Murat Boz, bir yarışmacı performansının ardından yaptığı yorumda “geçerken” araya sıkıştırmış, “Böyle kaliteli sesler O Ses Türkiye sayesinde izleyiciyle buluşuyor” diye… Acun ise tatlı tatlı, kendisini de sterilize ederek “Benim katkım yok bu işte, jürinin payı büyük ama esas her şeyi yarışmacılara borçluyuz” diye gelmiş.

Hâliyle çok tecrübe kazandılar. Cem Adrian’ın ciddiyetine gayet usta bir esneklikle eğlencenin de tam orta yerinden ve tepkideki ağırlığı “hafifleterek” karşılık vermişler.

Cem alınmasın ama ciddiyet, daha uygun deyişle “doğrudan ciddiyet”, bu olup bitene yaklaşırken en uzak durulması gereken pozisyon…

Teslim etmeliyim, vaktiyle biz de böylesi bir pozisyondan yol tutmuştuk. Türkiye’de bu türden realite-şov/yarışmaların şafağının söktüğü 2000’lerin başında Milliyet bünyesinde çıkardığımız “Popüler Kültür” eki ile.

1990’larda özel televizyonların hayatımıza girmesiyle önü açılan ama “su tutması” 2000’lerden itibaren gerçekleşen “Meşhuriyet Çağı Türkiyesi”ne aslında eğlenceli de olan bir ciddiyetle, kritikanalitik gözle yaklaşan bir yayındı bu. Tertemiz bir emek birikimi olarak kişisel tarihimizde yerini aldı, bizi bugünlere getirdi ve işte bu köşelere taşıdı.

Ama medyatik kamuoyumuza yaptığı en önemli katkı, en kalıcı etkisi ne oldu dersiniz?..

Magazin” sözcüğü yerine giderek yaygın şekilde “popüler kültür” sözcüğünün kullanılır hale gelmesi!..

Bu bile karşı karşıya olunan “eşya”nın tabiatına, dolayısıyla onun ne ölçüde ve tarzda ciddiye alınabileceğine dair bir göstergedir.

Cesur Yeni Dünya” yazarı Aldoux Huxley’in, Orwell’in “1984” romanındaki insanı ezen bürokratik-totaliter bir gelecek kehanetine galebe çalan kendi kehanetine ilişkin dillendirdiği üzere, insanların eğlence açlığı sonsuzdur ve hazza boğularak denetlenmek, nihayetinde acı veren değil, hoşa giden bir şey…

Bu çerçevede Cem Adrian’ın ihmal ettiği nokta şu: O, jüriye vuruyor ve diyor ki: “O koltuklarda utanmazca oturup müziğe âşık ruhlara umut ve ışık saçıyorsunuz. Sonra o güzel insanlar ışığa uçan kelebekler gibi sizden medet umuyorlar. Siz onları sadece yarıştırıp, karşı karşıya getirip, tüm sevdikleri önünde kaybettirip, incitip bununla para kazanıyorsunuz.”

En sondaki para kazanma hususu doğru da, öncesinde söylediklerinden kuşkularım var. “Ahali”yi çok idealize ediyor.

Bu işler ilk başladığında bile öyle değildi hâlbuki.

Sözgelimi 2003’ten bir yarışma: “Türkiye’nin Yıldızları”. Otel kapısında metrelerce kuyruk ve annesinin kucağında 1.5 yaşındaki bebekten 72 yaşındaki emekliye kadar açılan yelpazede ön elemeye katılan adaylar.

Ancak kuyruktakilerle konuştuğumuzda tabii ki sorunlu ve sorgulanmaya açık, ama masumane bir starlık hayalinden de öte sözler duyuyoruz.

Mesela bir üniversite mezunu, artık Türkiye’de üniversite mezunu olmakla ilkokul mezunu olmak aynı seviyede diyor ve televizyonun daha cazip olduğunu “en azından şöhret ve para” vurgusuyla ileri sürüyor.

Bir başkası “Türkiye’de namuslu yollardan gittiğin zaman 60’ına geldiğinde ancak bir daire alabilirsin; toplum dejenere durumda ve biz Türk toplumu olarak üretken de değiliz; kolay yoldan para kazanmak isteyenler bu ‘aptal kutusu’nda görünmek için her şeyi yapabiliyor” diyor gayet “özeleştirel” bir üslupla…

Aynı doğrultuda “Türkiye’de yaşam standartları çok düşük, çalışarak bir yere gelinmiyor” diyen biri de medyayı işaret ederek “Türkiye kolay para cenneti, bize de kolay para lâzım” sözleriyle noktalıyor.

Yaklaşım bugün farklı mıdır, sanmıyorum.

Dolayısıyla bedduaya gerek yok. Amiyane deyişle satan kadar alan da razı…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları